20 Şubat 2011 Pazar

Adrasan (11-12 Ekim 2008)

2007’ nin son dalışını Amerika’ da yapıp gelmiştim ya… 2008’ de de daldım aslında ama kimsenin haberi olmadı…
Yazamadım bi türlü… Fotoğrafları net çekicem diye, etrafa bakamaz oldum… Aslında hem Çeşme’ de, hem Karaburun’ da hem Bodrum’ da hem de Kaş’ ta daldım bu sene :) ama hiçbirinde peri benimle değildi…
Adrasan’ a gidicez… Adını hep duyduğum ama hiç görmediğim bi yer… çok güzel bi yermiş…
Gidelim badim gideliiiiimmm… Peri de gelir mi ki… ya da orda bekliyo olmasın :)
Eşyaları Perşembe akşamından toplayıp, arabanın bagajına atıcam ki Cuma günü tekrar işten eve gelmiyim :)) perşembeden başlıyor yani gezi benim için J
Dalış defterine bi de bakıyorum kiiiiiii 98 nolu dalışta kalmışım… E yani Adrasan’ da ikinci dalış benim yüzüncü kere suya girişim olacak :)
Vaaayyy…
100…
Benim gibi tırsık dalgıç için önemli bi sayı :) gerçi artık eskisi gibi korkmuyorum, bi zodiactan atlamasını beceremiyorum henüz… Onda da kolayını bulduk, sakin havalarda suda kuşanıyoruz :)) olmadı birisi el atıyo ben cup suya :)
Neyse biz Adrasan’ a gidiyoduk…
Cuma günü bir mutluluk, bir mutluluk... Yüzümden gülümseme eksik olmadı...
Yaşasın Adrasana gidiyoruz...
Gece 10’ da Atatürk Lisesinin önünden doluştuk minibüs irisi aracımıza... İlk önce yeni Elvan' la tanıştık... Ne güzel herkes birbirine aşina, sanki zaten tanışıyomuş da uzuuuun zamandır görüşmemiş gibiyiz :))) Bu arada birisi daha var ilk defa tanıştığımız... Yeşim...
Onun dışındaki kadro klasik :) Aybars, Gürel, Aziz üstat, Jem Bey, Lale, Bercisuz vee Mehmet Hocaaa... Tabiii ki bi de Aylinim badim ve ben... ahhh unuttuuum bütün gezi boyunca kendi olmasa da adı dilimizde biri daha var…
Yine klasik olarak güle oynaya ilk mola yerimizde beslenmemizi tamamlıyoruz :))) tam tahmin ettiğiniz gibi otobandaki tesislerde... ama bu sefer bizi elimizde börek çöreklerimizle kabul ediyolar :) Bu moladan sonra mecburi olmayan hiç bir mola vermeden :) yolumuza devam ediyoruz... Cem yine koridoru kapıp uyuyor... biz ise bu sefer nedendir bilmem çok uyuyamıyoruz... Arkalardan gelen karşılıklı horlaşmalar :) bizi epey eğlendiriyor.... Sabah güneşin doğuşunu Antalya sahilinden izleyerek yolumuza devam ediyoruz... Yanan yerleri görüp içimizin de yandığını hissederek Adrasana doğru döne döne iniyoruz...
ooofff....çok güzeeeellll....
Otelciğimize geliyoruz... Hemen bir kahvaltı edip, dalış planını yapalım... Çantaları odalara atıyoruz... Çok basit... Hemen arkadaki odalar işte... Dalış merkezi de odaların bir arkasında işte... Ama çok cici bi yer burası... Kahvaltımızı edip fırlıyoruz...
Ekipmanları hazırlıyoruz traktörle sahile taşıyolar... Biz de giyinip, traktörün peşinden sahile iniyoruz...
Teknemiz fındıkkabuğundan hallice... 6+6 dalgıçlık yer var... 6 sağda, 6 solda... iskeleden tekneye atlamamız gerekiyor... Yardımcılar çok... :) bir kaptanımız var; bir de liderimiz... Liderimiz Holger... Az Türkçe üzeri İngilizce idare ediyoruz :)
Holger dalış merkezinin sahibi eşiyle birlikte... Kışları Finike' de yaşıyolarmış, yazları dalışlarla falan buralarda... bu kadar huzur sıkar mı acaba insanı? Bilemedim şimdi...
Tekneye atlıyoruz, yerleşiyoruz... Çıkıyoruz yolaaa... ehh fena da rüzgâr yok değil hani :) dalgaları yara yara gidiyoruz açıklara... Kıyılar ne kadar güzel... Bu çam ağaçları kayaların arasından nasıl da fışkırıyor... bi de üstelik nasıl da mis gibi kokuyor buralar... Denizin rengini anlatmıycam bile...
İlk dalış noktamız "yarasa mağarası"...
Holger önce brifing vericem diyor... Anlatıcak diye beklerken bir torba kalem alıyor eline... Tahtasını da alıyor... Manzaraya bakaraktan başlıyor çizmeye... Kıyıları maviyle... Ağaçlık yerleri yeşille... Dipteki kademeleri kırmızı kalemle noktalayarak anlatıyor bize dalış rotamızı :)))
esas önemli olan nokta mağara... Mağara girişinde tek sıra dizilip diz çöküp bekliyceksiniz diyor... Ben gidip bakacak... Fok varsa siz mağaraya girmeyecek, fok dışarı çıkacak... Fok yoksa ben işaret edecek siz mağaraya girecek...
Bu arada yolda bu mağaradan bahsedilmişti... Fethiye’ deki Türk Hamamına benzer bi yermiş, içinde yarasalar varmış... Dur bakalım hangisini görücez :)
Kuşanıp atlıyoruz cup cup... Badimle gözgöze iniyoruz aşağıya... Nerdeyse herkeste fotoğraf makinası var... Onun için birbirimizi gözeterek ilerliyoruz... Su çorba gibi...
Çok güzel çooookkk.... Türkuaz suların içindeyiz iştee...
İlerliyoruz... Holger’ in anlattığı duvarın 30.metresinden "bir küçücüüük orfozcuuuk varmış" şarkısıyla dönüyoruz badimle...
Duvardaki o oyuk, bu oyuk... o oyuğun içinde bu balık, şu kurt derken derken.... Mağaraya geliyoruz... Holger bizi Alman disipliniyle oturtuyo ve kendisi içeri giriyo, hani kontrol edicek ya...
Hani fok varsa dışarı çıkıcak ya...
Biz uslu uslu bekliyo gibiyiz... Gibiyiz diyorum tabiii... Hepimiz dizlerimizin üzerindeyiz... Sadece ilk durduğumuz yerde değiliz... Herkes diğerine çaktırmadan ama mükemmel bir uyum içinde usul usul mağara ağzına doğru yaklaşıyoruz... Hani yürüyen çalılar gibi :)))))
merak işte... acaba fok mu çıkıcak kuş mu?..
Sonunda bir beyazlık çıkıyor.... Çuval gibi bişiiii....böööle nasıl bir süzülmek....çakılların üzerinde Eftalya misali poz verip sonra da mağaranın yukarlarına doğru çıkıp bizi büyülüyor...
Bu nasıl bi şey...
Yani nasıl hem çuval gibi olup da hem zarif hareket edilebilir ki...
Ben fotoğraf çekmeyi denemiyorum bile... Onla mı uğraşcam şimdi... Seyrediyorum doyasıya... Gösteri bittiğinde biz afallamış şekilde salonu terk ediyoruz...
Fok gördük yaaa... Fooookkk....
Artık başka bişiii görmesek de olur derken iki kayanın arasında orfoz var haberi geliyor... Herkes bakıyor çıkıyor, bakıyor çıkıyor... Aziz fotoğraf çekmiyor, teknik bir açıklaması var ama konunun... En son Aylin’ le ben yanaşıyoruz kayalara...
Aylin bakıyor, kocaman diyor... kocamaaaaannn...  Ben de yanaşıyorum...
hani nerdeee.... gördüüüüüümmmm….
Oooooooooooorfoz....
Önce fotoğrafını çekiiim diyorum... bi poz çekiyorum… Ama ayarı beceremedim... aaa yok uğraşmıycam... Bi daaa nerde bi orfozla gözgöze otururum kiii....
Badimin de dediği gibi gözleri yumruğum kadar.... böööle gözlerini devire devire bize bakıyo... Ben de makinayı falan bırakıp ona bakıyorum... Gitmiyo da... Kocaman zaten... bi dudağı yerde bi dudağı gökte.... Kafası kafamdan büyük... Kocaman yaa işte nasıl anlatiiim.... kocamaaaaannnn....  
Mecburen ayrılıyoruz... Teknenin altına geldiğimizde etrafımızı trompet balıkları sarıyo... bi tanesi var ki ben buraların ağasıyım burda benim borum öter havasında :)))) onlarla da oynaşıp çıkıyoruz tekneye...
Kıyıya dönüyoruz... Öğlen yemeklerimizi yedikten sonra biraz dinlenip 2. dalışımıza gidicez... Bütün malzemeyi teknede bırakıp, sadece tüpleri söküyoruz... Dönüşte bi tek tüp taşınacak tekneye...
Sedirlerde yemeğimizi yiyip, az biraz da serilip dinleniyoruz... Bu arada L-two (yeni Elvanı L2 ilan ettik) dalmaya ikna olmuyo bi türlü... Hastayım falan diyo gerçi ama... Ah be Elvancım yaa... Meeemet hocayı ortamıza alıp bi elinden sen bi elinden ben tutucaktık ama yaa.. :) neyse artık başka sefere yaparız :) Lale de 2.dalışa gelmiycem diyor... Yorgun ve uykusuz... Bunu daha önce Bodrumda tecrübe etmiştik, o yüzden 2. dalış yerine dinlenmeyi tercih ediyor...
Hadi 2.dalış "pırasa adası"nda...
Yine doluşuyoruz tekneye... bu sefer ekipman bağlama işi teknede... Herkes hemen hazırlanıyo...
Holger başlıyo çizerek anlatmaya... eveeettt... renkli kalemleriyle....
Şimdi burası pırasa adası, adada gerçekten pırasa yetişiyomuş... Atladığımız noktada doğrudan 10mtye iniyoruz... Sonra 14 metrelere kadar usulca inerek bir balkon kenarına geliyoruz... Orada oturup gümüş balıklarını seyrediyoruz... Sonra o duvar dimdik aşağıya 70mtlere falan iniyor... Onun için dikkatlice aşşaaa sallanıp ada sağımızda devam ediyoruz... Akıntı var... 24lerde falan bir mağara var...büyük bir mağara.... dibi 50mtlerde falan.... İçine girip, duvarlarına bakıp çıkıyoruz... Tül mercan varmış içinde... Sonra mağaradan çıkıyoruz... biraz ilerleyip köşeyi dönünce akıntı bitiyor.... sonra da tekne bizi orda bekliyor.... 
Tamam mı? 
Tamam...
Akıntı ve dalga fenaa... Atlamak kolay değil... Tekne bir şekilde çalışır kalıyor... Atlayan hemen kayalara doğru yüzüyor... off çok heyecanlı...
Yeşim’ le ben en sona kalıyoruz... Önce beni atıyolar... Ben fotoğraf makinamı alamıyorum, atlayıp bi daha yanaşmam mümkün değil, e makinayla da atlayamam :) diğerlerinin nasıl yaptığına bakamadım ki zaten sallantıdan... Neyse sudayım... badimle buluşuyorum... Yeşim de geliyor... iniyoruz... Balkona doğru ilerliyoruz...
Bu nasıl bir mavidir... Derin mavi nasıl bişeydir... Başkası gözünde canlandırabilir mi, bu duyguyu anlayabilir mi?...
off ki ne ooff...
Sıralanıyoruz balkona... Balkon da gerçekten balkon ama... Denizin dibinde bir gökdelenin çatısından aşşaaa bakıyoruz... O kadar yani...
Tam o sırada duymadığımız bir müzik başlıyor... yüzlerce gümüş balığı sağımızdan sağımızdan geliyor.... Ama çok kalabalıklar.... Hepsi aynı yöne ok gibi gidiyorlar... Arada yalnız idareciler var... Onlar arada geriye dönüp arkadakilere bişeyler söyleyip tekrar eski yerlerine dönüyor... Sonra müziğin çıkışlarına göre hooop yön değiştiriyorlar.... bi o tarafaaa... Bir bu tarafaaa... hooop bu tarafaaa.... şimdi aşşşaaaa.... hooop yukarı ve solaaa....
epeyce bir süre hepimiz büyülenmiş bir halde bu resitali izliyoruz, bi tek müziklerini duymuyoruz.... Ama olmaması imkânsız... Süperler... süpeeeeeeerrrrrrr.....
sonra kontrollü bir şekilde atıyoruz kendimizi balkondan aşşaaa.... akıntının kollarına bırakıyoruz kendimizi deee.... sürüklediği her yere de gitmiyoruz amaaa.... Duvara ne çok uzaktayız... ne de çok yakında....
Böyle sularda balık olası geliyo insanın... 
Duvarın üzeri ağ kaplı... Nasıl ürkütücü bi görüntü... Mağaraya geldiğimizde heyecan dorukta.... Karanlığa doğru ittiriyo akıntı... Giriyoruz içeri... aşşşaası yok... Sonu gözükmüyo... yukarsı dersen yakında değil... Fenerleri yakıyoruz, Mehmet hocanın peşisıra ilerliyoruz... Sonuna dayanana kadar anlamıyoruz bişey... mağara bitip de geriye döndüğümüzde....
işteee....
Lacivert...
Ortasında bir ışık... İçinde dalgıçlar...
veee mağaranın ağzını uzaktan görüyoruz...
Gerçekten büyük burası... Dibi 50 midir 70 midir bilmiyorum ama ağlar ağzın altını sınırlamış sanki bilerek... Enginlerin derinliklerin ihtişamını işte böyle manzaralarda anlıyor insan...
Yine büyülendik, yine büyülendik...
Mağaradan çıkıyoruz... Akıntının biteceği köşeye ilerliyoruz... Orada kayalıkların arasında müren varmış onu gösteriyo Holger... Müren falan hiç birimizin umrunda değil... Biz mürekkep şişesine damlamışız daha ne isteyelim ki...

100. dalış daha nasıl kutlanabilirdi ki... :)
teşekkür ederim...teşekkür ederiiiiimmmm....
Tekneye çıkışımızda yine trompet balıkları eşlik ediyor bize...
Sarınıyoruz havlularımıza, dönüş yolundayız kıyıya doğru.... Denizde balıklar atlıyor peşimizden...
yok yaa atlamıyo bunlar.... uçuyolaaaaaarrrrrrrr.........
heeeeeeeeyyyyyyy.... uçanbalık bunlaaaaarrrrrr....
gerçekten uçuyolaaarrrrr.....
a-aaa....bak bak bak.... uçtu ....
yok böyle bir kutlama :)  ağzım kulaklarımda...
Kıyıya geldiğimizde eşyaları alıyoruz bu sefer... Yıkanacaklar akşam... Merkeze gidiyoruz... Soyunma ve eşya yıkama işlerini halledip, makinaları kaptığımız gibi odalarımıza koşuyoruz... Duş muş... makinaları yıka, kurula, sök derken.... İşleri bitirip, odadan sahile atıyoruz kendimizi...
Elimizde şarabımız, güneşin batışını, Aziz’ in fotoğraf çekişini izleyip... Keyifle sohbet ediyoruz... Hayatın ve işlerin keşmekeşine rağmen şu anda hepimiz o kadar huzurlu ve dinginiz ki...
Yemek servisi başlayacağı için dönüyoruz 5mt gerideki otele :) ama yemekten önce Gürelin bilgisayarda Bercisuz'a brifing veriyoruz ;)))) yemek sırasında Holger geliyo ve sabah ilk dalışı erken yapıp yapamayacağımızı soruyo...
Yaparız diyoruz... tamam diyor...7.30da dalıyoruz.... Sabah erken düz olur... Balık çok olur... tamam diyoruz.... Alıştık ya bugünden biz... Yarın sabah da yunuslarla dalarız belki :)
Yemeğimize, sohbetimize devam ediyoruz... Salıncaklarda sallanıyoruz... Sonunda yorulup uykuya çekiliyoruz...
Saat sabahın 6sı, günlerden pazar, bir gece önce İzmir’ den Antalya’ ya yol gelmişiz,üstüne 2 dalış yapmışız... Normal şartlarda olsa hayatta kimse kalkmaz ama burda da güneşin doğuşu kaçar mı yaaaaaa........
kaçmaaaazzz....
Güneşi doğurup, dalış hazırlıklarına başlıyoruz...
7.30da dalıştayız... ekip süper canım... diycek bişey yok...  Ama hava bi acayip...
Hani rüzgar olmayacaktı...
Hani bu deniz düz olacaktı...
Değil...
Dalışa engel mi peki bu durum...
O da değil...
İyi hadi o zaman gidelim...
Bu sefer anlatcak pek bişey yok... dalış noktasına geldik, renkli resimli brifingimizi aldık, burda irili ufaklı balık ve deniz tavşanı göreceğimizi öğrendik, suya atladık.... 
dolaştık....
dolaştıık...
dolaştıııık...
dolaştııııkkk...
dolaştıııııkkkkk.... Ne havamız bitti, ne de bişey gördük...
Ben bi tane miniminnacık orfoz, bi tane parmak iskorpit, bi tane de minik mürencik gördüm...
Onun dışında dolaştık...
dolaştııııkkk...
dolaştııııııkkk....
fakaaaat sabahın bu saatinde suda olmanın, dönüşte mükellef bir kahvaltı etmenin keyfi de bi başka oldu ne yalan söyliyiim...
Havanın durumuna bakarak 2.dalışı iptal edip dönüş yoluna geçtik... Daha Adrasan’ dan çıkmadan dere boyunda kahve molası ile başlayan silsile Finike’ de gözleme ve mavi yengeç yemekle devam edip, en son Çine’ de köftecide sonlandı...
Gece yarısı ise gerçek hayata dönmüştük bile...
Sevgiyle k(d)alın…
Elvan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder