30 Ocak 2011 Pazar

bodruuummm boodruuummm...

Bu yazı uzun olacak baştan uyarayım J
Alt tarafı 4 dalış aslında ama kocaaa 2 gün ve bir otobüs dolusu yunus sürüsünün maceraları var tabii… Hangi birini anlatayım bilmiyorum ki… J
Neyse bakalım neler çıkacak…
Ama şunu belirtmeden edemeyeceğim ki; bu yazı “open water ve cmas*”lara ithaf edilmiştir… (nedenini okuyunca anlarsınız; gelenler anladı bile ;))
Hadi başından başlayalım…

1. GÜN / 30.09.2006
Hafta sonu Bodrum’ a gitmenin hayali ve heyecanıyla bütün bir hafta geçti…
Hava nasıl olacak?
Ya iptal olursa?
Ya ben üşütür de nezle falan olursam da dalamazsam… Kendime dikkat etmem lazım…
Cumartesi günü işe gitmeyeceğime göre işlerimi yetiştirmem, toparlamam lazım…
Ya acil bi durum çıkarsa… diye diye Cuma oldu bile :)
Cuma günü güneş açtı; işler yetişti sayılır ( hem zaten iş biter mi? :)) ve ben rahatladım :) Gebze’ deki işte beklenmedik aksaklıklar var ama herkesi programladım; arada telefonla da idare ederim artık… :)
Cumartesi (30.09.2006) sabahı kör vakitte uyanıp, akşamdan hazırlayıp kapının önüne koyduğum çantalarımı da sırtlanıp arabaya koştum… Saat 6.00’ da Üçkuyular Shell’ de olmam lazım… Saat 5.45 ben Shell’ deyim :) otobüste uyurum artık…
Ben arabamın içinde yarı uyur beklerken birer ikişer bizim otobüse bineceği her halinden belli olan birileri gelmeye başladı… En son Gürel’ i de görünce hadi bari ben de yanlarına gideyim deyip, çantaları da alıp iniyorum… Veee gezi resmen başlıyor artık :))
Otobüsümüz gelip biz de yerleşince grup %99 tamamlanmış oldu. Bi tek Söke’ den alacağımız bir kişi kaldı. Mehmet Hoca “yolda tek mola, o da otobandaki tesislerde” dedi. Herkes börekler çörekler yüklenmiş, sabah çayları kahveleri içilmemiş; ilaç gibi geldi tabi hepimize… Hareket planımız şu: otobüs durunca Mehmet Hoca iniyor, gidip pazarlık yapıyor, biz de “in” işareti gelince saldırıya geçiyoruz… :)))
Bu arada kaptan şoförümüzden de biraz bahsetmek lazım tabi :) ben adını öğrenemedim ama amca biraz ters… Bir ara ön tarafa sohbete gittiğimde Mehmet Hocaya dalışla ilgili merak ettiklerini soruyor :) ben “kaptana deneme dalışı yaptıralım” diyorum. “Aman aman istemem” diye cevap veriyor :))
Neyse arkadaşlar daha fazla detaya dalmayalım yoksa çıkamıycaz…
Ayy aslında kahvaltı molasında bir “deniz böğürtleni” meselemiz var…:)))))) Yemeklerden konuşurken balığın yanında yenen sarımsak soslu böğürtlen ne de güzel olurdan başlayıp “deniz böğürtleni” olarak gelişen muhabbet hepimizi sabah sabah kahkahalara boğdu :)) aslında balığın yanında iyi giden “börülce” idi Gürel’in demek istediği :))) dedim ya hangi birini anlatayım :)))
Biz kahvaltımızı ettik; yoldan Hilal hanımı eşinden teslim aldık. Otobüste uyumayı ümit ederken sohbet muhabbet, kakara kikiri ( tabi ben otobüsün arka tarafı için söylüyorum bunları; en arkada Defne ve Benal uyurken; Erdinç ve Güneş Derin’ i uyuturken; onların önündeki dörtlünün koridor tarafındaki ben, Aybars (oruçlu), Gürel ve Julien arada da bize katılan Şükriye, Gonca (oruçlu eşi) ve Oğuzhan’ la bol hikayeli ve fıkralı yolculuk yaptık); Bafa Gölünden sonra tüneli geçer geçmez soldaki keçiboynuzcu - balcıda bir mola; Milas’ ta benzincide bir mola daha derken Bodrum Gümbet’ e vardık…
Otobüsümüz bir yokuşun başında durdu. İndik etrafa bakınıyoruz otel neresi, tekneye nerden gidicez? Derken bagajlar indirilmeye başladı. Yanımıza birkaç araba yanaştı. Bagajları arabalarla otele yollayıp biz de yürüyerek gidecekmişiz…
Nasıl yani?
Basbayaaa… Bu tura treking de dahilmiş meğer :))
Yokuş biraz dik de araç iniş-çıkışı hafif dertli :))) Çok önemli değil o anda bizim için; çünkü hepimiz dalışa kitlenmiş durumdayız :)) Aşağıda bagajlarımızla buluşuyoruz; odalara yerleşmeden hemen tekneye pardon teknelere gidilecek. Biraz kalabalığız da; otobüsle gelen 40 küsur; arabalarıyla gelenlerle 52 kişilik bir grubuz :))
Odalara giriş yapmadan ama fazlalık bagajları resepsiyona bırakarak koşuyoruz deniz kıyısına.
Ben tanıdık bir yüz görüyorum: Pertev… (ben onu makarnacıyken tanıdığımdan benim için Pertevius) crystal dalgıçlar onlarmış meğer… Zaten bu dalış âleminde Pertev’ i tanımayan taş oluyo sanırım…
Biraz hoşbeşten sonra tekneye geçiyorum… A-aaa… Ayakkabılarınızı çıkarınız… Vaayyy…. Hijyen haaa… :)))  Hijyen tekne için mi ayakkabılar için mi sonradan kararsız kaldım ama… Hadi neyse…
Tam tekne şamatası yapıcaz derken “open waterlar öbür tekneye” diye bir talimat geliyo. Nee!?!…
Nasıl yani!?!…
Şaka yapıyolar…
Yooo… Gayet ciddiler…
Evet… Open water ve tek yıldızı olan sefil dalgıç parçaları diğer teknede…
Resmen ayrımcılık var karrrdeşiiiiim…
Ben bunu yazmaz mıyım? Ben bunu dilime dolamaz mıyım? Görürsünüz siz… diye diye atlıyoruz diğer tekneye… Yapacak bişey yok… Dalış teknesinde durmaya yıldızımız yetmiyo iyi mi… Hâlbuki ben bu yıldızı alıcam diye ne kadar uğraştım… Revamı şimdi bu… :))) E görürsünüz siz… 1 yıldızda bu kadar uğraştık, bakalım 2. yıldızda ne kadar uğraşacaksınız benle… Mecbur alınacak o yıldız…
Neyse…
Biz teknemize geçtik; kaptanın adı Salih, lakabı “hacı”; sonra bize brifing vermek üzere saçı başı dağınık, kocamaaaan bi göbeği olan, sürekli gülerek konuşan adının da Alican olduğunu öğrendiğimiz bir adam geldi. Gülmeyin… Gerçekten adam işte :))) tamam biraz dağınık :))) ve adının da anımsattığı gibi 50 yaşlarında muzur yaramaz bir çocuk Alican... Anlattı teknede WC var, pompa sistemi falan filan… Bize dalınca başımıza bişey gelirse sorumluluk almadıklarını yazan bi kâğıt imzalattı :) ama biz birbirini pek tanımayan 22 open water hala yapılan ayrımcılıkta kaldık tabi… Durup durup içleniyoruz :)) Bana “mutlaka bunu yazmalısın” hatırlatmaları geliyor :))) yazmaz mıyım arkadaşlar…
Zaten bu yazıyı Bodrum çıkarmasında omuz omuza olduğum tüm open water arkadaşlarıma hattaaa bütün open water dalgıçlara ithaf ediyorum… :)))
Pardon… Bak yine aynı konuya döndük :) nerde kalmıştık?
Evet… Tekne personelimizden bahsediyoduk; bi de genç bi arkadaşımız var. Onu ilk dalış noktasına gittiğimizde fark ettim. Orada tanıtıcam :)
Bu arada “esas tekne” yola koyuldu. Biz de “yardımcı tekne” olarak onları takip edicez. Tabi çapayı alabilirsek… Bizim kaptan biraz usta da… :)))
“Merak etmeyin, çapayı bi alalım, tokatlarız biz onları” diyolar…
Ehh… heralde bizi bırakıp gitmezler… Üvey annenin ormanda terk ettiği kardeşler gibi birlik ve beraberlik içersindeyiz :))) Gözlerimiz yaşlı, giden “esas tekne”nin arkasından bakıyoruz…:)))
Sonunda biz de hareket edebiliyoruz ve hakikaten kaptanın dediği gibi onlara yetişiyoruz.
Tabi Bodrum’ a biraz geç geldiğimizden ilk dalış için planladıkları ve adına “batık” dedikleri yer kapılmış…
Hadi bi sonrakine diyolar… Orası da kapılmış…
Öbürkü de kapılmış diye gidiyoruz da gidiyoruz…
Sonunda “poyraz” adı verilen yerde ilk dalışlarımızı yapmak üzere demirliyoruz. Yani “esas tekne” demirliyo. :))
Biz “yardımcı tekne” olarak her demirleme öncesi “esas tekne”yi önce bi tavaf edip :))) saygılarımızı sunuyoruz. Dedim ya bizim kaptan biraz usta :)) (inanmıycaksınız yazarken gülüyorum yaaa :))))) sonra yanaşıyoruz. Bu arada çapayı atıyoruz; teknenin kıçı karaya bakıyo ya; bağlanıcaz bi şekilde…
İşteee bizim teknedeki o genç arkadaşımız sahneye çıkıyo…
İlmeği geçiriyo boynuna (evet evet boynuna) atlıyo denize…:)) gidiyo kayalara takıyo… Tabi halat bu, teknede durduğu gibi durmuyo kayalarda… çıkıyo… Halat mı oynak, kayalar mı kıpraşıyo bilmiyorum artık… Gidiyo bi daha başka bi kayaya takıyo bu sefer… :)))) Neyse sonunda en hareketsiz kayayı buluyo da biz de diğer tekneyle aramızda bir bağ kuruyoruz…
Genç arkadaşımızın adı Emre… Emre aslında dive master olup, bizim teknede köle muamelesi görüyo… Emre yakala, Emre bağla, Emre çöz, vırt Emre, zırt Emre…
Sonra kaptan bi de Abidin’ e emirler yağdırıyo… Ama bu Abidin kaptanı pek takmıyo sanırım; biz hiç görmüyoruz onu söylenenleri yaparken; kaptan kendi söylüyo kendi yapıyo… Sonunda ben soruyorum dayanamayıp “yauw kaptan Alican’ı tanıdık, Emre’ yi tanıdık, bi de sen 3 kişisiniz. İyi de bu Abidin kim?” Meğer Alican’ a Abidin diyolarmış kısaca… :))) Alican 30 yıl Amerika’ da yaşadıktan sonra yurda dönmüş; geldiğinde de Abidin isimli bi şarkıcıya kıl olmuş, isim ordan kalmış :))) Ben şarkıcı Abidin’ i bilemedim… Neyse bilenler bilmeyenlere anlatsın :)
Eveeeet artık gerçek konumuza dönebiliriz…
Dalışlar başlıyooooooo…
Biz sefil open waterlar son 4 grubuz… Önce rütbeliler, bol yıldızlılar girecek, sonra biz…
Mehmet Hoca grupları açıklıyor. Biz; yani ben, Şükriye, Can Okşan, İnanç ve eşi Derman ve Lale hanım ilk grubuz… Liderimiz Allahıma bin şükür Mehmet Hoca; “crystal” dalgıçlardan Sarah da security… Ohh aman pek bi rahatladım… Ben Şükriye’ yle badiyim; Can da Lale ile… (Kaancım pardon, gelemedin, artık elini tutmadığım bir badim daha oldu :)) daha nicelerine inşallah :))
Sonunda “esas tekne”ye geçmemize izin veriliyor. Geçip malzeme toparlıycaz. Benim yazılardan sanırım bahsedilmiş, ya da dilime düşmek istemeyen Pertev bana en yeni elbiselerden bir adet seçiyor.
Maske seçimini bekliyosunuz amaaa Mehmet Hocamın çantasından bizim çift renkli maske çıkıyor :)) heheheeee (onu sipariş etmiştim tahmin edeceğiniz gibi) Mehmet Hoca Pertev’ e maskenin yosunlarını gösterip, “başka kimse bununla dalmıyo, Elvan da bundan başkasıyla dalmıyo” diye anlatıyo :))) Ama aslında o maskenin başka bi müşterisi daha var. Benim olmadığım günlerde Oğuzhan kullanıyor onu :)) Yaaa… Yosunlu mosunlu… Biz seviyoruz o maskeyi…
Tabi palet ısmarlama yüzsüzlüğünü de yapamadığımdan teknede palet avına başlıyorum… Neyse bi numara küçük ama büyükten iyidir şeklinde onları da tespit ettikten sonra giyinip, ağırlık olayına girişiyorum; tüplerin çoğu çelikmiş; Pertev’ in bana hazırladığı da… Bağlıyorum ağırlıkları çeliğe göre… Mehmet Hoca hala Pertev’ e anlatıyo, “şimdi ağırlıkların kontrolüne, ayarına gelir” diye… Üstüne ben gidiyorum tabii… Son ayarlarım da yapıldıktan sonra; tüpümü, regülatörleri; havamı, suyumu kendi ellerimle, gözlerimle kontrol edip gönül rahatlıyla kuşanıyorum ve atlıycam…
Maskeye tükürük; ee duş nerde? Yok muuu? Atlamamıza yardımcı olan arkadaş alıyor maskeyi denizde yıkayıp bana veriyor. “ Pardon içine su doldurur musunuz?” “Hem yüzümü ıslatıp ferahlıyorum, hem de saçlarımı geriye atıyorum da bu şekilde…” Alışkanlık işte…:) Adamcaaz şaşkın… E ben deseniz zaten her adımda şaşırıyorum…
Vee daha fazla uzatmadan atlıyorum… Badim beni bekliyor; grup toparlanıyoruz ve inişe geçiyoruz…
Şükriye’ yle sürekli göz temasında Mehmet Hocayı en önden takip ediyoruz. Manzara bizim buralardan pek farklı değil aslında. Sadece burası biraz daha kalabalık… Ama şimdilik balıklar da tanıdık… Ama o da ne?! Desenini nasıl anlatayım? Sanki leopar gibi ama yeşilli falan, asık suratlı, kalın dudaklı bi balık var ilerde… Mehmet Hoca da gösteriyo… “Ne ki?” diye düşündüğüm gözlerimden mi anlaşılıyor nedir; regülatörü çıkarıp “orfoz” diyor. Hadi yaaa… Vay beee orfoz görmüşüm :)) Az gidip uz gidip sonra da geri dönüyoruz… Süngerler de bi sürü… Hani Bodrum’ un da süngeri ve avcıları meşhur ya… Gerçekten çokmuş… Ama niye “sünger avcısı” deniyo ki? Öööle duruyolar… Yani avlamaya gerek yok, toplasalar olur :))) Bu arada ben bu dalışta kendi kendime de çok güldüm… :)) arkamdan tık tık diye birisi dürtüyo… bir heyecan arkamı dönüyorum… kimse yok… Allah Allah… sonra bi süre sonra bi daha… tık tık… yauw kim var diye dönüyorum… kimse… sonra fark ediyorum; tüp kayıp ağırlıklarıma çarpıyooo… hay Allah iyiliğimi versin…:) kuyruğunu kovalayan kuçular gibiyim… :))) Güzel bir dalışın sonuna geliyoruz, her şey çok hoştu… Tekneye çıkmadan sadece ağırlık ve paletleri vermek yetmiyor; BCyi de çıkarmak gerek... Yoksa eğimi denize doğru olan merdivenden çıkmamız pek mümkün değil :) ama rahat bişiii bu…
Elbiseleri çıkarıp, kendi teknemize geçiyoruz… Biz kendi teknemizde pek rahatız… Bol bol yerimiz var… WCmiz var :)))) anlatmadan geçemiycem… Şimdi tuvalete mi girmek istiyosunuz? Önce 2. bir kişi ayarlamanız lazım… Sonra dışarıda hazırlıklarınızı tamamlayıp, geri geri içeri gireceksiniz… Dışarıdaki 2. kişi de sürme kapıyı çekip kapatıcak… Ama fazla da uzaklaşmıycak ki, siz “bittiiiii” diye seslendiğinizde içeride kolu olmayan kapıyı dışarıdan açabilsin… :))) Bizim ilkokul çetesinden arkadaşım Can sağolsun bu görevi üstlendi de denizlerimiz temiz kaldı :))
Eveeeet… Yemek zamanı… Yarım ekmek arası peynir, salam, domates ve 2. dalışta canlanacağı kesin olan mayonez ve bezelyeler :))) yemiyim diyorum, başıma gelecekleri tahmin ediyorum ama açım yauw… Neyse sonuna doğru yememem gerektiğine kendimi ikna ediyorum :))) Bu arada bizden sonra dalanlar da geri dönüyor ve 2. dalış noktasına doğru yola çıkıyoruz. Tabii ki önce “esas tekne” yola koyuluyor çünkü bizim kaptan usta ya, çapayı bi atıyo bi daha çekebilene aşk olsun :)))
Bu arada ben defteri çıkarıp dalışı not ediyorum… Lale Hanım da dalış defteri yerine son anda kızına “çantama bi bloknot at” uyarısından sonra çantasından çıkan cicili bicili gençkız bloknotuna tutuyor dalış notlarını :)) Aslında ben de yanıma bloknot almadığıma pişmanım… Not etmem gereken o kadar çok şey var ki… Bari unutmadan hepsini yazabilsem :)
2. Dalış noktamız “Aksona”… Yine bizden önceki dalış gruplarının dalmasını ve bir kısmının çıkmasını bekledikten sonra sıra bize geldiğinde diğer tarafa geçiyoruz. Tabii ki ağırlık kemerini bi sıkıyorum ben, sandviç bütün olarak hooop kemerin üstüne çıkıyor… off yaaa… Yeme dedik sana de mi?
İkinci dalışta liderimiz Emir, bi damlacık… Lale Hanım Emir’ e ısrarla Can diyor… Biz de adını Emircan yapıyoruz… Lale hanım ilk dalışta deneyemediği yeni numaralı maskesini bu dalışta deneyecek :) Liderimiz uyarılarını yapıyor, dalışı, rotamızı anlatıyor; başlıyoruz atlamaya… Herkesten tek tek OK aldıktan sonra “hadi bakalım” diyor, inişe geçiyoruz :) Aşağıda da biraz bekliyoruz; Emir koluna saatini ya da dalış bilgisayarını takıyor… Sonra yola çıkıyoruz…
Tam ilerlemeye başlamışken, arka tarafta bişeylerin yolunda gitmediği anlaşılıyor… Emir koşar adım arkaya gidiyor… Ben de arkama dönüp bakıyorum nooluyo diye… Ve işte daha önce Erdinç’in panik dalgıç tarifindeki “boyoz gözleri” görüyorum Lale’de… İşte şimdi anladım… Kulak problemi sanıyoruz… Biraz yükseliyolar… Emir OK mi soruyo… Lale yukarı diyo… En sonunda bize bekleyin diyor ve Lale’ yi tekneye geri götürüp, dönüyor. Tekrar yolumuza devam ediyoruz…
Burada manzara bizim oralara göre biraz daha farklı :))) burası daha çok peri bacalarına benziyor… Kayaların tepelerinde şapka gibi süngerler var kocaman kocaman :)) Gerçekten de burası tıpkı Göreme gibi :)) Etrafta tanıdık balıklar var… Ama küçücük fosforlu yeşil balıkları tanımıyorum; bi de siyah benekleri var… Çok şekerler :) Aaaa… bi de kayaların altında kahverengi tülden helezonik bişey gördüm… Ama çok bakamadım… Sonra başka bi tane daha görünce merakla dokunuyorum; içinden çıktığı tüpe kaçıveriyo zaten etrafta ne var ne yok diye bakınmaktan kulaklarım da su doluyo :)) daha bi sürü havamız varken geri dönüveriyoruz ve dalış 30dk.da bitiyor… Ama yaaa… Çok kısa yaaaa… noolur biraz daha kalalıııım… Yok, çıkıyoruz diyor Emir… ooofff… çıkıcaz artık napalım… Doyamadık ama… Emir “yarın affettiricem” diye söz veriyor… Peki madem… Zaten Emir bi damla falan ama bence başarılı bir lider ve eminim iyi bir eğitmen de olur…
Biz takımları ve elbiseleri bırakıp kendi teknemize geçiyoruz… Rüzgâr da ısırıyo hani… şöööle sıcak bi çayla boyoz, börek falan yesek… Biz çay alalım derken, Alican bizim boyozları fark ediyor… Meğer Alican Çeşmeliymiş… Bodrum’ da boyoz bilmezlermiş… Hasretmiş adamcaaz… Bizim boyozlarla hasretini giderdi işte naapsın… :) Neyse ama sayesinde biz de saatlerdir dilendiğimiz çaylarımızı alabildik… Hatta kendi elleriyle yaptı Abidin :)))
Çaylarımızı içerken Lale’ yle konuşuyoruz. Merak ettik arkadaşımızı. Meğer nefes alamamış… Daha doğrusu nefes almaya bile takati kalmamış. Tükenme dedikleri bu mu ki? İlk dalıştan sonra yoldayken “uyku bastırdı, yoruldum” diyodu… Önce dalmasam diye düşünmüş, sonra da kaçırmak istememiş… Böylece başta Lale olmak üzere hepimiz, kendimizi yorgun hissettiğimizde ya da yeteri kadar iyi hissetmediğimizde dalmamamız gerektiğini öğreniyoruz.
“Esas tekne” yola koyuluyor; biz çapamızı takıldığı yerden kurtarıp yine arkadan takip ediyoruz :)) rüzgâr fena… Hepimiz sarınıp sarmalanıp oturuyoruz, yatıyoruz, konuşuyoruz, gülüşüyoruz… Odalara gider gitmez sıcak duş ile ısınma hayalleri kuruyoruz. Birden aklıma sıcak su olmayabileceği geliyor… Kızlar “yok canııııım” diyolar… :)))
Yol o kadar uzuyo ki, hava kararacak nerdeyse… yaa acaba bizi Çeşme’ ye iade mi edecekler? Nerdeyse İzmir’ e geldik…
Yolda etrafımızdan geçen teknelerle ilgileniyoruz… 2 direklisi var; 3 direklisi vaarr… 2 ile 3 direk arasında 150milyar fark varmış :) yani bi direk 150milyar… Direklere bakıp fiyat biçiyoruz… “Abi bu 2 direk ama bunun direkler rahat 200 eder” falan :))) Ama pek bi zarif süzülüyolar suda…
İskeleye yanaşıyoruz artık ...ohh beee….
Oda numaralarımızı öğrenip, çantalarımızı da alıp, biran önce duş alabilmek için odalarımıza koşuyoruz… Akşam yemeğinde oteldeyiz… Heralde hazırlananlar gidiyodur…
Bizim odada sicim gibi sadece soğuk su akıyor ve banyonun ampulü bozuk… Resepsiyonu arayalım diye ahizeyi kaldırıyoruz, tık yok… Şaka gibi :)
Yaa zaten yemişiz rüzgârı, soğuk suyla da duş alırsak hastalanacağımız kesin… Onun için teknik servisi bulup, önce suyumuzu yaptırıyoruz, arkasından da ampulümüzü değiştirtiyoruz :)) Adamlar bi de güzel banyoya paspas da çekip gidiyolar :)
Şükriye’ nin saçı uzun ya; duş önceliği onun… Ama Şükriye sıcak suyu bulamıyor… Şipşak işini halledip, çıkıyor. Ben de giriyorum duşa o çıkınca… Beni de uyarıyor sıcak su olmamış diye… Ama ben suyu açıyorum sıcak akıyo :))) Büyük uğraşlardan sonra odadan çıkabiliyoruz… Yemek salonuna gittiğimizde, milletin çok önceden gelmiş olduğunu anlıyoruz. Çünkü bazı arkadaşların odalarında su bile akmıyomuş :))) Biz kaldığımız odayı gerekli tadilatları yaptırıp gelecek sezona hazır bırakıyoruz :) bi tek telefonu halletmedik…
Yemekte bakıyoruz ki upuzuuun bi masa var; ama bizim sefil dalgıçlar diğer masalarda :))) bu gezinin şamatası da bu oluyor… Advencedler buraya, open waterlar şuraya…
En sonunda Erdinç Hocanın doğumgünü hepimizi bir araya topluyor… İyi ki doğduuuuun Eeerdiiiinç…
Bi taraftan günün yorumları, bir taraftan eşlerin tatlı atışmaları, hele Mehmet Hocanın anlattığı diyetisyen anısından sonra gözlerimizden yaşlar geliyor… Ayyy ne güldük yaaa… Neşemiz hiç eksilmesin… :))) Bu arada cumartesi işi çıkıp da sabahtan bizimle gelemeyen Deniz yetişiyor partiye…
Valla muhabbetleri tek tek nasıl anlatayım şimdi size… Öyle insanlar bir araya gelmişiz ki atılan pasların hiçbiri heba olmuyor ve espriler zincirleme gidiyor… :)))
Sonunda ertesi gün erken kalkacağımızı ve dalacağımızı hatırlayıp uyumaya karar veriyoruz. Odalara çekiliyoruz.
Mehmet Hoca aşağıya inip, tüplerin basımını kontrol edecek.
Bu arada gece bar maceralarını Aybars, Gürel ve gençlikten dinlemek lazım… Biz bir iki kare dinledik… Özellikle kime dans ettiği konusunda iddiaya girilen hatunun dansını Aybars size plan ve kesit olarak çizip yollar diye düşünüyorum :)))) Biz ancak öyle anlayabildik…:)))

 (01.10.2006-Pazar)
Sabah erkenden ayaktayız… Hareket saatimiz 9.30… aman geç kalmayalım da dalış yerlerini kaptırmayalım…
Kahvaltıya gidiyoruz… Bal var, yağ yok… söylüyoruz… “aaa çıkarmamış mıyız?”… geliyor… çay var, şeker yok… söylüyoruz… “aaa koymamış mıyız?”… geliyor… arkadaşlar uyanamamışlar :)) halbuki biz hepimiz cin gibiyiz…
Akşamdan açıklanan odalara çantalarımızı toplayıp bırakıyoruz; dönüşte nasıl bir curcuna olacak Allah bilir :)))
Erkenden kalktık ki bugün dalış noktalarını kimselere kaptırmayalım, güzel güzel yerlerde dalalım diye… Hareket saatimiz 9.30 diye açıklanmıştı… Gece alemlere akan gençlik dahil tam kadro tam vaktinde tekne(ler)deyiz.
Şu ayakkabı çıkarma meselesi yine gündemde sanki temizlik yapmışlar gibi… Gece alkol ve kâğıt oyunları eşliğinde tüplerin sabah 2.30’ a kadar anca doldurulduğunu öğreniyoruz… O kadar yorulmuş ki arkadaşlar elbiseleri ters yüz edip de yıkayamamışlar bile… 
Biz “sefil dalgıçlar teknesine” geçiyoruz ki bir gün önce ağzına kadar doldurduğumuz çöp hala aynı haşmetini koruyor. Ben yerdeki çöpleri de içine atıp kovayı Erdinç’ e uzatıyorum, o da teknede o işleri yapması gereken birilerine…
Sanmayın ki bütün bunlar keyfimizi kaçırıyor… Biz hala çok eğleniyoruz…
Ve sanırım herkes Çeşme’ ye, Dolphinland’ e, birlikte olduğumuz herkese varlıklarından dolayı şükrediyor…
İşte adamlar da bizi o yüzden akraba sanıyor :))) Herkes birbirini kolluyor, yardım ediyor… Hepimizin gözü hepimizin üstünde…
Velhasıl kelam biz tam vaktinde tekneye geldiğimiz gibi ortalığı da toparlıyoruz ama bizim kaptan ortada yok… Saat kaç oldu?... Hacı bekler gibi kaptanı bekliyoruz… Tevekkeli adamın lakabı “hacı” … :)))
Neyse sonunda elinde bir bidon mazotla sallana sallana geliyor hacı… Tabii ki önce “esas tekne” yola kolayca çıkıyor; biz yine çapa alma gayreti içindeyiz :)))
Bugün ilk dalışımız “büyük reef” denen yerde… Ayrımcılığı biraz olsun hafifletmek için sanırım, bugün dalış önceliğini bize veriyolar… Ya da belki “şu çömezler bi dolanıp gelsin de aklımız onlarda kalmadan biz de rahat rahat dalalım” diye mi düşünüyolar bilmiyorum artık :)))
Gideceğimiz yer orta deniz olduğundan tekneleri birbirine bağlamayacakmışız, onun için biz yanımıza elbiseleri de alıp geçiyoruz. Giyinicez, gruplarımız çağrıldıkça deniz yoluyla dalış teknesine geçicez…
Dalışın nasıl olacağını anlatmaya başlıyolar… Ben dinledikçe heyecanlanıyorum… Lider Emre olarak açıklanıyor… Hadi bakalıııım… Aldı mı beni beter bi heyecan… Çünkü Emre maalesef bizimle dalmaktan mutlu değil… Bizim birbirimizle şakalaşmalarımızı sanırım ciddiye almış ve advencedlerle dalmak istiyor… Sıpaya bak; bizi dalgıç yerine koymuyo iyi mi… Oğğluuum biz şakalaşıyoruz, sana nooluyo… Hem bize sadece bizimkiler ayrımcılık yapabilir, tamam mıı?
“Bizden kimse olmıycak mı?” diye soruyorum Mehmet Hocaya… “işte Can vaaar, Şükriye vaaarrr…” diye eğleniyor :))) yaa hocam öööle değiiiillll yaaa… Baksana zaten şu Emre’ yee…
Büyük reef denen yer, denizin ortasında bir dağ imiş. Üst noktası yüzeyden 8-9mt aşağıda; en dibi de 35mt. Bizim dalış derinliğimiz 15 metre olacakmış, 3mt de düşme payı kalsınmış.
Yaaa ne düşmesi yaaa? 
Duvar dalışı gibi diyolar…
Yaa ne duvarı yaaa?
Benim duvar deyince anladığımla, onların anlatmak istedikleri arasında umarım fark vardır diye düşünerek tekrar soruyorum. “Şimdi duvar dediğiniz dibe doğru dimdik mi iniyor; yoksa hafif eğimli de bizim altımızda bir miktar da olsa kara olacak mı?” 
Cevap geliyor “ eğimli ama eğim dik” hah şimdi anlaştık işteee… :)
Bizden önce başka bi dalış teknesi yerleşmiş “büyük reef”e  bizim “esas tekne” de onlardan biraz açığa demirlemiş. Biz de aralarına girmeye çalışıyoruz. Ama tahmin edeceğiniz gibi biraz(!) vaktimizi alıyor… Biraz(!) … :)))
Öyle yapıyo olmuyo, böyle yapıyo olmuyo… Ya kaptan sal gitsin… O da olmuyo… Feribot geçecek şimdi dalga geleceeeek…… Ayyy bana fenalıklar geliyooo…
İlk üç grup suya atlayıp atlayıp gidiyolar… Arkadaşlar dalış için suya atlamaya başlıyo; bizim teknenin burnu dalış platformuna yanaşıyo… Kaçın kaçııın… Feribot geçti, dalga geliyoooo… Off yaaa… Atlayan teknenin burnuna, zincirden inilecek…
Bizim teknede Şükriye, Lale ve ben kalmışız… Feribotun dalgasının geçmesini bekliyoruz… Arkada masa devriliyor dalgadan… Sular durulunca bize de gelin komutunu veriyolar; teknenin burnundan atıyoruz kendimizi sulara…
Ooohh dünya varmış…
“Esas tekne”ye çıkıp, kuşanıyoruz; bende bi heyecan bi heyecan… Neyse sonuçta kuşanırken liderin yine Emir olduğunu öğreniyoruz… Ohh aman biraz olsun rahatladım…
Emir “benimle aynı seviyede ya da benden biraz yukarda kalın” diye sıkı sıkı tembihliyo… “Bu dalış diğerlerine göre daha zor bi dalış olacak sizin için” diyo… Yüzerliğimizi çok iyi ayarlamamız gerekiyo 35mt.ye kaçmamak için…
Yaaa… Ya ben dibe çökerseeem? E kızım hayret bişiii BC var ya üstünde, bas havayı ayarla işte…
Allah allaaah…
Off allahım yaaa… Hadi atlayalım artık… Midem bulanıyo…
Atlayıp, zincire doğru yüzmeye başlıyoruz… Zincire gelince tutunup, nefesimi ayarlamaya çalışıyorum…
Emir dalışı tekrar ediyor… Emniyet beklemesini zincire tutunup yapıcaz diyor. Ben tutunamazsam, beni tutundurur musun? diyorum. Tabi diyor :)
Ben heyecanlıyım, midem bulanıyor… Gerçi dalınca hepsi geçiyo ama… Sahne heyecanı işte…:)) Emir” bu iyi bişey” diyo,” olayın ruhunu taşıyosun” :)))
Grubun geri kalanı da geliyor ve sıralamamızı yapıyoruz… Emir Can’ la badi; ben Şükriye’ yle; arkamızda İnanç’ la Derman; en arkada da Emre’ yle Lale… Bu sırayla zincirden inmeye başlıyoruz…
Ben nasıl olacak falan derken; dalış hayatımın en süper inişini gerçekleştiriyorum…
Vay bee…
Aşağıda toplanıp; liderimizin peşine takılıyoruz… Her şey yolunda… Emir sık sık dönüp grubu kontrol ediyor…
Afferim afferim…
Emir de alkışlıyor :)))
Önce 9 metrelerde ilerliyoruz… Tam 12lere doğru sallandığımız sırada biraz aşağıda 3 tane orfoz görüyoruz :) “aaa…orfooozzz” diye birbirimize gösteriyoruz… Onlardan biri de bizi fark ediyor o da ağzını “ aaa…dalgıııç” der gibi açıp kapıyor… Devam ediyoruz… Artık karagözler, çupralar, papazlar, sarpalar çok sıradan… İlerde bir iki orfoz daha… Allah allaaahhh… Kocamanlar… Bi de çok alemler yauw… Süngerlerin üstüne konuyolar, ööle duruyolar… Yüzeyim falan demek yok… Boyuna yat yat… Kafamı çeviriyorum yukarda kayaların üstünde yatıyo bi tane :) Bi tane görüyoruz, bizden epey aşağıda ama kocaman… Can o tarafa doğru gitmeye yelteniyor… Eyvah diyorum… Can kaptırdı kendini, gidiyor… Ama Emir hemen vanasından tutup çekiyor; izin vermiyor daha ileri gitmesine… o da zaten inmiycekmiş de… Karagözler de çok hoş :) onlar sürü halinde dolaşıyolar… Sağ tarafımdan gelen sürüyü görünce, önümdeki kayanın arkasında pusuya yatıyorum; burnumun dibinden geçip gidiyolar… Bu arada daha önce merak ediyodum ya bu hayvanlar hep şaşkın şaşkın mı bakıyo diye… Yok, bizi gördüklerinde şaşırıyolar :))) vallaaa… Kendi hallerindeyken ööle bakmıyolar :)) Tabi hayvancıklar da haklı; düşünsenize biz uzaylı görsek şaşırmaz mıyız? Gümüş gibi parlak, pulları nerdeyse sayılacak kadar büyük olan bi balık görüyorum… Gösterecek kimse yok yakınımda… (Çıkınca soruyorum “laos” diyolar… ayy ben çok severim onuuu…) Yolumuza devam ediyoruz… Aklıma geldikçe Emir’i kolluyorum, aynı seviyede miyiz, düştüm mü diye… Yok, gayet başarılıyım :)) manzara da süper; çok mutluyum… İşte tam da şimdi Erdinç’ e teşekkür ediyorum, sudan çıkmama izin vermediği için :) epeyce altımızdan bir grup geçiyor; bizimkiler mi acaba? diye düşünürken Julien’ i görüyorum; sırtüstü dönmüş el sallıyor; ben de el sallıyorum, regülatörden öpücük atıyorum… Bu dalış süperdi yaaa… İnanılmaz zevk aldım… Hem bi sürü balık gördüüüm; hem manzara süperdiii… Hem de ben ödümü patlatan bir dalışı başarıyla devam ettiriyorum… Havamı da kontrol ediyorum, süperim yaaa… O arada derinliğe gözüm takılıyo; ohooo hani 15lerde kalacaktık 23mtdeyiz yirmiüüüüç… (hocam 1,5yıldız bari olmuş muyumdur been?) :)) yavaştan yükseliyoruz artık… orfozları saymıyorum size tek tek; bütün dalış boyunca toplam belki 7–8 tane görüdük… zincirde emniyet beklemesi yapıcaz; çamaşır gibi asılıyoruz zincire… karşımda Şükriye var; sağımda Lale, solumda İnanç… Bütün kızlar toplandık toplandıııık… e bu durumda naapılır? Başlıyoruz el kol, kaş göz işaretleriyle konuşmaya… E 3dk.da da epey bi kaynatıyoruz :)) Hepimiz çok memnunuz… Çıkış talimatı geliyor… yüzeydeyiz :)) Çıkar çıkmaz Emir “çok grupla daldım ama sizin gibi sualtında dedikodu yapanına rastlamamıştım” diyor hayretle :))
Ağırlıkları ve BCyi “esas tekne”de bırakıp, deniz yoluyla kendi teknemize dönüyoruz  bir torba içinde beslenmemiz geliyor  2. dalış noktamız “kurt burnu” orda balık besliycekmişiz; ben sandviçin çoğunu balıklara ayırıyorum ;)
Derin dalgıçlarımız da dönünce 2. dalış yerine doğru yola koyuluyoruz. Yolda Lale dün akşam iyi dinlenip, bugün rahat bir dalış yaptığı için mutlu mesut anlatıyor; “Emir bakıp, beni alkışladı; o alkışlar banaydı haaa… üstünüze alınmadınız de mi” :))) Yok yok… biz de iyi olduğun için memnunuz :))) Bugün yollarımız kısa kısa :) yolda dalış notlarını senden alırız diyolar :)) oldu biraz uzun olacak ama :)))
2.dalış yerine gelince balıklara nasıl yemek vereceğimizi düşünüyoruz. Şişelere dolduran mı ararsın; cebine dolduran mı? :)))
Abidin bugün “esas tekne”de… Bize ordan show yapıyor… Tekneden balıklara ekmek atıyor, peynir atıyor, salam atıyor… Balıklar da hiç birine itiraz etmiyolar… löp löp götürüyolar vallaaa… En çok da domatesi seviyolar :))) hayret edersiniz… Büyükler domatesi kapıp denizin dibine kaçıyo… Pes vallaaa…
Bizim gruptan “esas tekne”ye en son ben çıkıyorum… Paletler ve maske tamam nasılsa; hemen ağırlıklarımı takıp, kuşanıcam. Ama bana BC kalmamış galiba… Crystallerden Onuralp devreye girip, hemen bana bi tane medium buluyo ama sıkı bağlamamışlar tüpü, elinde kalıyo :)) el çabukluğu marifet düzeltiyo… Hemen giydirecekler beni… Yok ööle… Ben bi kontrol edim bakiiiim… Tüp dolu mu? Regülatörlerden hava geliyo mu? BC şişiyo mu? İpi şusu busu neresinde? Adam ya sabır çekiyo muhtemelen ama valla hiç umurumda değil… Bak gördün mü, böbrek üstü ipi yok bu BCnin… Birisi onun yerine bu var deyip omuz üstündekini gösteriyo :) ya akıllım onla o bir mi?
Bu arada grubumuzun kızları mutfakta helva karıyolar :)) İşte yunus farkı…;) Dalışın tadı olmadan olur mu?
Lale kemerini takmış, ayağına da paletleri geçirmiş teknede :))) biz Mehmet Hocayla bakıp gülmeye başlıyoruz… “hah” diyorum “yazının sonu da eğlenceli oldu” :)))
Mehmet Hoca da bana “bak” diyor “eksik malzemeyle dalışa geçtin artık ilerliyosun” :))) Neyse iyi ki suya girmeden fark ettim, yoksa aşağıda telaşa kapılırdım ipi bulamayınca…
Emir dalışımızı açıklıyor… Önce teknenin önünde balık besliycez; sonra sağ tarafa gidicez, burnu dönüp gelicez; dönüşte havamız kalırsa da frisbee oynuycaz…  E güzel :)))
Neyse kuşanıyoruz takımları; omuz askılarını çekicem soldaki tamam da sağdakini bulamıyorum. Bana yardım eden arkadaş “o yok” diyor…
O da mııııııı?
İple dikiliymiş :)))
İyi bari :)))
Bu arada Emre bu dalışta bizimle değil; onun yerine Onuralp Lale’ nin badisi… Ben “iple dikili” şokunda paletimi giymeye çalışırken; arkamdan bağırıyo “hadiiiii hadiiiiii” diye… Aldırmıyorum… Pertev suda; ben atlamak üzereyim, Mehmet Hoca bi tarafımda… Beni güldürüp duruyolar; bi türlü atlayamıyorum…
Tam atlıycam…
Yine güldürüyolar…
Sonunda atıyorum kendimi suya :) “benim tüpte problem vaarr”… Hemen Emir’ in yanına gidiyorum… “haklısın” diyor; gevşek bağlanmış… Hey allahım yaaa… Neyse sıkılaştırıyor… Grup hazır; hadi beslenme saatiiii…… Dalıyoruz… Ben pek bi savruluyorum bu sefer :)) Yemler de cebimde; çıkaramıyorum… Can’ a işaret ediyorum… Birlikte çıkarıyoruz… Balıklar elime üşüşüyo… bi tanesi ekmeği yerken parmağımı ham yapıyo; ürküyorum… O kadar çoklar ki aklınız şaşar… Hani ekmekler bitince bizi bile yiyebilirler… Başlıyoruz ilerlemeye... Orfozları bile kanıksadık… bak şu kayanın tepesinde bi tane daha var :) Karagöz sürüsü çok güzel yaaa… maviliğin içinde öööle duruyolar; hepsi bi yöne bakıyo… gitmiyolar da… ben de bakıyorum; bu balıklar nereye bakıyo diye… Etraf rengarenk, manzara harika… bi kayanın altında irice enine kırmızı beyaz çizgili, düğme gibi kocaman siyah gözlü bi kaç balık görüyorum… Bunlar çok güzeller yaaa… Emir’ i çağırıyorum; gösteriyorum… Çıkınca anlatırım gibi bi işaret yapıyo… İlerlemeye devam ediyoruz… Bi kayanın altına bakıyolar Can’ la birlikte… Ben de yanaşıyorum… Bişey göremiyorum… Emir nerdeyse kafamı oyuğun içine sokacak kadar yanaştırıyo beni… Anladım müren var orda; ama ben görmüyorum arkadaşlaaarrr… Israr ediyorlar; ya bakıyorum kimse yook… Müren kör, ben kör… Birbirimizi göremiyoruz… Eveeet bir dalışın daha sonundayız… Yine bitti işte :)
Çıkınca; ekipmanları verip, suda kalıyoruz… E malum dönüş saati yaklaşmakta…
Tekneden yani “esas tekne”den helva kokuları geliyor… Bizim teknenin kaptanı “dalga geliyo, dalga geliyo… Benden habersiz çekmeyin tekneyi” diye söylenip duruyo… Ama bizimkilerin kimseyi duyduğu yok; çünkü helva servisi başladı… Ben zaten denizdeyim; tekneye bi gidiyorum ki bizim Hilal’ le Şükriye helva tepsisinin başında oturuyolar… :)))
Bu arada en acıklı haberi alıyorum, Gürel’ in makine sizlere ömür… :( çok üzüldüm yaaa… kimbilir neler çekmişti…
Aaa… Az kalsın unutuyodum… Hani şu kırmızı beyaz çizgili balıklar vardı ya… Onlar Süveyş Kanalı’ ndan kaçan asker balıklarıymış… :)))
Helvamızı da yiyip, yedirip dönüş yoluna koyuluyoruz… Karada çok vaktimiz olmayacak; ben üzerimi değişiyorum; pantalonumu da ayağıma geçirip; atıyorum kendimi güneşin altına… Tatlı tatlı ısınıp, uyuya uyuya gidiyorum…
Artık karaya ayak basma zamanı… Tüm crystal ekibine teşekkür edip, vedalaşıyoruz… Otele gidip, çantalarımızı alıp, isteyenler duşlarını alıp saat 6.30da harekete hazır hale gelmek zorundayız… Valla nasıl beceriyoruz bilmiyorum ama herkes ne denirse yapıyor… Şu saat deniyor, o saatte herkes orda… Süperiz…
Ben kızlar odasının bi tanesinin halini biliyorum :)))) üstelik de sadece 5–6 kişi girdik sanırım… Savaş alanı gibiydi desem herkes anlar heralde :) diğer odaları hayal bile edemiyorum :))) Biz duş almadan sadece üst baş değişenler, restoranda bekliyoruz. Bu arada otel de bizim gitmemizle birlikte kapanıyor. Onlar da bi taraftan toparlanıyolar. Hep birlikte terk ediyoruz tesisi :)))
Hani o indiğimiz yokuş vardı ya… Hani araçların iniş çıkış problemi olan… İşte o geri çıkılacak :) Yine arabalara bagajları dolduruyoruz. Boş kalan yerlere de Erdinç ve Güneş Derin’ le birlikte biniyolar… Biz başlıyoruz tırmanmaya… Arkamızdan arabalar bağıra bağıra geliyo; yoldan çekiliyoruz, dururlarsa kalkamazlar… O arada arkadan araba sesinden başka Mehmet Hocanın sesi de geliyo… “kaçılıııııın… kaçılııııııııın” binmiş arabanın birinin sağ önüne, camdan da kolunu çıkarmış, arabaya yol açıyo :)))
Otobüsümüze geliyoruz; kaptanımızın yüzü de gülmeye başlamış artık… Sanki adam biraz huy değiştirdi; ne dersiniz?
Fotoğraf işi de halledildikten sonra İzmir’ e doğru yollanıyoruz… Benal ve Julien arabayla dönecek olan Deniz’ e eşlik etmeye karar veriyolar.
Bu arada fotoğraf işi demişken, iki hayvanın fotoğrafını çekememiş olmak biraz üzüyor bazı arkadaşları :)))
Yazıyı burada bitirebilmeyi isterdim tabiiiii……… Ama daha otobüs muhabbetlerimiz vaaarrr… Söke’ de yediğimiz çöpşiş vaaaarrrr :))) Otobüsün yatan koltuğu vaaaarrr…
Otobüs muhabbetlerini tek tek anlatmam tabii ki mümkün değil; ama kısaca özetleyeyim… Karşılaştırma yapıyoruz, biraz da dedikodu ;) olan bitenlerden bahsediyoruz; farklı teknelerdeydik ya… Bizde şöyle oldu bizde böyle oldu… Bi de uyukluyoruz ara ara :))) Bi de orfoz hakkında  öğrendiklerime şaşırıyorum ben… Gördüklerimizi büyük sanırken Mehmet Hoca “büyükleri benim kadar oluyor” deyince aslında gördüklerimizin bu durumda miniminnacık orfozlar olduğunu anlıyoruz… Valla Mehmet Hoca kadar bir orfozu görmek ister miydim, bilemiyorum… :)))
Uyuklamak için otobüsteki boş yerlere dağılan arkadaşlarımız var :)))) bunlardan biri de Gürel… Koltuğu yatırmaya başlıyor, arkasında Sofia var; onu uyarıyor fazla yaslanma diye ve kalkıp karşı koltuğa geçiyor :)))) Gürel dinlemiyor tabii…:)) İşte olanlar bundan sonra oluyor… Koltuk yanındaki diğeriyle birlikte arkaya tam yatıyor… Evet yaaa… Tam olarak yatıyor… Al sana çift kişilik yatak :)))) Gürel’ in şamatasına Aybars da ortak oluyor :)))) Şamatadan sonra iyice kırılan koltuğu nasıl tamir etmeli derken altında aslında zaten bir tuğla ile durduğunu keşfediyolar :))) Gürel koltuğu kaldırıyo, ben üstünden bastırıyorum, Aybars koridor tarafında çıkan vidayı takmaya çalışıyor… Şoför amca görmeden halletmek lazım :))) Gürel tuğlanın yerini ayarlıyor... Neyse ki başarıyoruz :)))))
Çöpşişçilere kadar dinlenelim… Zaten başka yapacak bişey yok; benim göz kapaklarımın üstünde tonlarca yük var…
Çöpşişçilere geldiğimizde taktik yine aynı… Hepimiz oturuyoruz; Mehmet Hoca iniyor, pazarlık yapıyor ve bize işaret ediyor…
Anlaşılan dükkan Bodrum’ da gelirken ilk dükkan… Gözleri parlıyor insanların… Onların da, bizim de… :)) tek porsiyon 4, salata ikram… Ama hesap öderken anlıyoruz ki adam şöööle bi düşünüyo ve aklına gelen ilk rakamı söylüyor :)))))
Biz oruçlu arkadaşları olarak şanslıyız, çünkü Aybars’ la aynı masada oturuyoruz ve ilk yemekler bizim masaya geliyor… Mmmm…… şişler, domateeesss, soğaaaan…. Salataaa…ayraaan… ooofff… Doymadım ben yaaa… İlave söyleyelim… Söylüyoruz… Ama daha yemeği gelmemiş masalar var… Bekliyoruz… Arada çay-sigara molası veriyoruz… Bu arada ben aslında doymuşum ama gözüm hala aç demek ki :))) İlaveler geliyor, hep birlikte yine de yiyiyoruz :))) Dükkanda ne kadar çöpşiş, sucuk, domates, soğan, biber, ayran vs.vs. varsa yiyip-içip bitiriyoruz.
Ooohhh karnımız da doydu…
Ben başlıyorum uyuklamaya… Gözlerimi kapatınca sağdan karagözler geliyo, soldan asker balıkları; onlar geçtikten sonra ortalık orfoz desenine dönüyo…
Bu hafta sonunun etkisi ne kadar sürer bilmiyorum… Bildiğim bişey varsa o da kesinlikle doğru yerde olduğum…
Teşekkürler… herkese… hepinize… iyi ki varsın Dolphinland :))) yoksa bu yunuslar nerde yaşardı ;)
Herkese balık desenli rüyalar….

(oooo saat kaç olmuş yaaa…. Yarın yine işe geç kalıcam :)…. Bu arada atladığım bir ton kadar daha olay ve isim var mutlaka… Artık bi dahaki gezide de onlardan bahsederiz :)))  Mesela cumartesi Kaan “naapıyosunuz?” diye aradı, gelemedi ya :))) “dalıyooosss” dedik… Kaan Hocanın eşiyle tanıştım, yazıyı sabırsızlıkla bekliyor… Otelden ayrılırken arabanın camından bağırıyolar, yazıyı bekliyoruz diye :))) valla canımı dişime taktım, uykuma kıydım size kıyamadım yazdım bitirdim :))) )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder