27 Şubat 2011 Pazar

30 Ağustos-Çeşme (2009)

Merhabaaa…
Aaa… eveeet… Yeniden yazıyorum…
Farkındayım fotoğraf makinem olalıberi yazıyı ihmal ettim… Aslında ihmal de değil de, gözlemler değişti, azaldı belki… Yazılacak olanı da karelere sıkıştırmayı başaramayınca geri döndüm diyelim J
Laf aramızda bütün suçu fotoğraf işine atmak da haksızlık olur hani… iş yoğunluğunun yanında benim miskinliğimin de payı büyük tabii J
Ctesi – Pazar hava süpermiş…
E dalalım mı?
Dalalım…
Badim İstanbul’ da L amaaa hafta başında aldığım bir habere göre Feryal hafta sonu İzmir’ de ;) hemen organizasyonu kuruyoruz, Mehmetuz’ u da arıyorum tee Salıdan ki yok tekne dolu, grup var falan diyemeden erken rezervasyonla bağlayalım işi J
Pazar sabahın köründe Karaburun’ dan çıkıp yüzlerce virajı dönüp Çeşme’ ye varıyorum, Feryal’ le kahvaltı ve raporlaşmamızı tamamlayıp tekneye öyle gidiyoruz.
Bu arada Karaburun’ dan beri gözüm denizde… Bir kıpırtı yok… Ayna mübarek… Aklımdan hep Monem geçiyor… Özledim Monem’i ben…
İnsan gemiyi özler mi yauw? Üstelik de batmış bir gemi… Denizin altında… Paslı…
Özledim işte…
Neyse… Dağıtmayalım konuyu…
Biz geldiiiikkk…
Erdinç, Doruk, Tolga, Mert ve Mehmet Hocayla hoş geldin beş gittin muhabbetimizi yapıp sarmaşıyoruz…
Aaa… Julien de geldi… Demet de var J derken bu seneki yeni arkadaşımız Ayşe de geldi… O da bu sene dalışı yeniden hatırlayıp üstüne de advence eğitimi almaya başladı J yanında süper yeğen Zeynep var J
başka başkaaa… tanıdıklardan kim vaarr…
Muvaffak vaarr… O da advence eğitimine başlamış bu sene… Geçen seneden tanıyoruz onu da… Hatırlarsınız hani kolunda Kızılderili dövmesi olan…
Cumartesi dalanlar varmış, tanımadıklarımızdan…
Hava durgun, deniz ayna ya… ben Erdinç’ le Mehmet’ e diyorum “önce topuk, sonra Monem yapalım mıııı…”
Aaa… diyolar dünkü rotanın aynısııı… L
Bulduuummm… topuk yerine kumbaraya gidelim o zaman… Ama illa Monem 2. dalış olsun…
Dün dalanlardan bi tanesi Monem’ e gitmem diye tutturmuş, başka bi tanesi de farkı neyse veriiim 3 dalış yapiim diye tutturmuş… E üstüne ben de Monem diye tutturunca işler karıştı… J
İlk dalış Ayrıktaş, ikincisi Yatak Odası olarak açıklandı… Ben deftere bi baktım 2009 Çeşme dalışlarımın tamamının rotası aynı J)))
Neyse ki Monem’ de dalmak isteyen dalgıç sayısı benimle sınırlı kalmadı, öncelikle istemeyenin kim olduğunu öğrenmeye çalıştık hani ikna edelim diye…
Bu arada ekipmanları hazırladık, ilk dalış ayrıktaşta… Biz ilk grubuz… Hani derine giden dalgıçlar önden gidiyodu ya hep… Biz de abla dalgıç olduk artık… Erdinç’ in liderliğinde Ayrıktaş’ ın görmediğimiz başka bir derin köşesine gidicez… Julien fotoğraf makinesını hazırladı, ben almıycam yanıma makinayı… Dalıştan bişey anlamıyorum fotoğraf çekicem diye uğraşırken… Zaten onu da beceremiyorum… Çok çalışmam lazım yani… Hatta bence yeryüzünde bir fotoğraf kursuna gidiiim ben J neyse ben eskisi gibi dalıcam ve yazıcam bu sefer diyorum…
Erdinç kayanın bu tarafı çok güzel diyo, Mehmet akyalara dikkat edin diyo J
Bi de iniyoruz ki aşağı… Manzara süper… Derin mavi her zaman ki gibi büyüleyici… Duvarda Yaratan resim çalışması yapmış renk renk… Ama etrafta kimse yok…
İki sebebi olabilir… İlki sabaha karşı olan deprem… İkincisi de ramazan heralde ne biliiiim J yalnız dönüşte ayrıktan geçerken gördüğümüz orfoz yavruları ve böcek heyecan veriyor yine de…
Bu derin nefes alıp vermekle de alakalı olarak medite vaziyette ağzımız kulaklarımızda çıkıyoruz… Soyunup dökünüp yemek faslına oturuyoruz… Bugün yemekler Erdinç’ ten…
Isınalım diye burundayız… yanımızda Kerem Abi ve yanında iki tane kız arkadaşı var… Açıklamam lazım; Kerem Abi Zeynep’ in favori arkadaşı, kendisini o şekilde tanıdık… J Arkadaşı kızlar da pek sempatik… bi tanesini hele saçında sarı gülüyle ve cingöz bakışlarıyla ben seviyorum, öteki ise pazartesi İstanbul’ da olmak zorunda olduğu için mutsuz… onu da Feryal “ben seni nerden tanıyorum” diye başlayan bir sohbetle keşfediyor… “Çok güzel hareketler bunlar” da oynayan Büşra’ ymış… bana da heyecanla haber veriyor ama ben kuş dili bilmediğim için Yılmaz Erdoğan projelerini izlemiyorum ki… Tanıyamadım o yüzden, özür dilerim… yemek sohbeti esnasında Feryal döktürüyor… üniversite zamanları, odtü sokak tiyatrosu falan derken… yaşlar ortaya çıkıyor, gençler şaşırıyor… Büşra bi sürü malzeme topluyor yeni sezon için… J
Bu arada biz ikinci dalışı Monem’ de yapmakla ilgili umutluyuz… Çalışmalarımız devam ediyor J
Veee… sonunda…2.dalışımız Monem’ de…
30 Ağustos zafer bayramımız kutlu olsun J
Çözüm insanları Mehmet ve Erdinç bizim 2.dalışımızı Monem’ de; dicovery dalışları ve diğer 2.dalışı yatak odasında yapacak şekilde program yapıyorlar…
Herkes mutlu J
Sonunda Monem’ in direğini görüyoruz… kuşanıyoruz… Erdinç’ le birlikte birinci grup olarak atıyoruz kendimizi suya…
Hadi diyor Erdinç doğrudan inelim, Monem’ e uzaktan yaklaşalım… Uslu durursanız geminin içine de gireriz J
Feryal’ le gözgöze, Erdinç’ i de kerteriz alıp başlıyoruz inmeye…
Monem’ e doğru gidiyoruz…
Uzaktan sanki sislerin arkasından görünüyor tüm ihtişamıyla koca Alman…
Akıntıda uçuyorum Monem’ e paralel… o kadar derin ve yavaş nefes alıyorum ki, meditasyon yapıyor gibiyim… çok huzurluyum… paletlerimi öyle yavaş vuruyorum ki sanki okşuyorum Monem’ i…
Görüşmeyeli değişmiş sanki… daha bi sualtıyla bütünleşmiş… daha bi buraya ait olmuş…
Alicia bile büyümüş görmeyeli, koca kız olmuş J
İskorpitler daha bi sahiplenmişler burayı, sayıları artmış… boy boy merdiven basamaklarına bile dizilmişler… gerçi pas içinde onları görmek çok zor… belki daha önce de vardı da benim gözüm yeni açıldı… onu da bilemiyorum ki J
koridorlarında dolaşıyoruz… odalarına giriyoruz… kaptan köşkünden ileriye bakıyoruz… en alt ambarlarına olmasa bile bi alt kattakine şööle bi göz atıyoruz… aslında fonda müzik lazımdı bu dalışa… heran bir lumbozun arkasından ya bi baracuda çıksa, ya bi orfoz süzülse, ya da bi denizci çıksa meselaa… hahahaa…en korkuncu denizci görmek olurdu heralde J)))
öyle böyle derken çıkış zamanı diyor Erdinç…  ne kadar zaman geçti bilmiyorum… havamı kontrol ediyorum… ooo daha 100 bar bile değil… hadi diyor Erdinç tekrar…
Monem’ den kopup kendi teknemize doğru yüzüyoruz… ziyaretimizden memnun papaz balıkları sürü halinde uğurluyor bizi…
yüzeye çıktığımızda rüzgar ve dalgalara şaşıyoruz… bir hışım kendimizi yukarı nasıl attığımızı bilemeden çıkıyoruz… üst baş çıkar derken bir de bakıyorum ki Feryal bi fena… akıntı, çıkış telaşı falan derken baş dönmüş, mide bulanmış… Mehmet hemen müdahale edip, uzanmasını sağlıyor… aman badim yaa korkutma beni… aşağıdan gelen helvanın da kokusuyla yavaştan kendine geliyor J kurularımızı giyinip, helvamızı da alıp, aşağıda taburelerde sohbete devam ediyoruz…
Şu dolphinland helvası da amma meşhur oldu… Meğer Feryal İstanbul’ da dalışlarda anlata anlata KSM’ nin teknesinde en sonunda topkek dağıtılmasına sebep olmuş J))))) ama bizim helvamız başkaaaa… şu işi ilerletelim içine dondurma da koyalım diye fantezi bile yapıyoruz J şamata devam… Yeni dalgıç adaylarına korkularından dolayı beni anlatıyorlar… nasıl giremiyodum suya… elele nasıl dalınır, sonra neden dalgıç iple bağlanır J)) fark ediyorum ki soyum devam ediyor J)))) onlar için bişeyler yapmalıyım J))

Sıra yatak odası dalgıçlarında… biz köşemize çekilip Pazar gazetesiydi, Pazar uykusuydu, Pazar sohbetiydi zamanın nasıl geçtiğini hesaplamıyoruz bile…
Aahhh badim aaahhh… sen de burda olacaktın… telefon ile bağlanıyoruz Aylin’ e…
Ben bi karar verdim bugün…
Ben sadece dalmayı sevmiyorum… bu işin bütününü seviyorum… dalışa ayırdığım tüm günü seviyorum…
Sizi seviyorum…
Sevgiyle k(d)alın…
Elvan

23 Şubat 2011 Çarşamba

2009 sezon açılışı-Çeşme (11 Nisan 2009)

Yaaa… Dile kolay 6 ay geçti Adrasan’ dan bu yana…
O kadar iyi biliyorum ki… J)) tamı tamına 6 aydır dalışsız ve ehliyetsizim…
Cumartesi dalışlara, Pazartesi günü ehliyetime kavuşuyorum J
Bu arada benim biricik badim İstanbullu oldu… Bu hafta İzmir’ deydi, gitmeden dalış da yapalım dedik… Çeşme’ de sezonu açalım dedik…
Ekibe haber saldık… Toplaştık, dalmaya geldik… Aylin, Nuri, ben, Kerim, Julien, Aziz, Gürel, Başak, babası Ayhan Bey, yeni tanıdığımız dalgıç Rauf, dalgıç taifesi olarak; Nurinin küçük kızı Asya, yeni arkadaşımız Ayşe de teknenin kuru bölümünü temsilen açıldık denize… Tabii Mehmet–20 Hoca, Erdinç, Bercisuz, Doruk ve küçük Tolgayla birlikte…
Bugün derin dalıcaz diyor Mehmet Hoca…
Biz badimle ya unuttuysak endişesi taşısak da eskisi gibi heyecandan midem bulanmıyor artık benim J elbise bedeni ve ağırlık miktarlarında da mutabık kaldıktan sonra hazırlıklarımızı tamamlayıp muhabbet faslına geçiyoruz…
İlk dalışı Kumbara’ da yapıcakmışız yaşşasııııınnnnn… O kaya sandığımız orfoz hala orda mıdır hocaaaammm…
Kerim yeni makinesı ve housingiyle meşgul, Julien flaşlarını takıyor… Çok işimiz var çookkk J e dalışları özlemişiz, birbirimizi özlemişiz… Gırgır şamata gidiyoruz kumbarada biriken balıkları saymaya…
Bugün bir de görevimiz var…
İkinci dalışı da Galeri’ de yapıcaz… Hem Fenasiyi ziyaret edicez, hani şu bizim kafasız erkek heykeli J hem de yeni batık için yer beğenicez…
Kumbaraya geldiiiiikkk… Birinci grup Julien, Aziz, Kerim atlıyolar… Biz onların dönüşünü bekliycez… Olsun zaten çoktan hazırız ki J
Kabarcıkları takip ediyoruz, yaklaştıklarını görünce kuşanıyoruz, dayanacak halimiz kalmadı artık… Serin sulara kendimizi atasımız var J
Serin derken ne kadar yanıldığımızı suya girince anlıyoruz…
bbbrrrr… buzzz buuuzzz…
Hadi hadi sallanmayın bir an önce inelim aşağı…
Sanki orda üşümüycez J))) olsun bi yere giriyoruz ya denizin içi de olsa üstünden daha korunaklı, rüzgar yok bi kere J
Biz badimle arkadayız, küçük Tolga kâh yanımızda kâh arkamızda… İndik bakalım derinlere…
Allah Allah… hiç yabancılık çekmedik bu sefer… 6 ay önce değil de sanki geçen hafta dalmışız en son… badimle OK’ leşiyoruz, gülümsüyoruz, göz kırpışıyoruz J resimlerden de bildiğiniz gibi kaynatıyoruz yani J))
Ben elimde kamera güzel fotoğraflar çekmek istiyorum… Hani kompozisyon güzel olsun da daha da önemlisi net olsun J))) henüz pek beceremiyorum net çekmeyi, zaten hafif bir teknoloji düşmanlığım var, mümkünse bi düğme olsun hayatımda…
Oydu buydu derken, küçük bişii var macro çekmem lazım falan derken arkadan bir düdük sesi, bir düdük sesiii…
nooluyo diye kafamı bi de çeviriyorum kiiii…
bir sürü…
akyalaaaaaaarrrrr…
Uzaklaşıp gidiyolar… Ben arkalarından kör kör bir iki fotoğraf çekiyorum ne çıktığını görmeden…
Onlar yoluna biz yolumuza derken; bi de bakıyoruz ki yine gelmişler… Bu sefer Aylin Tolga ben yaklaşıyoruz sürüye… Onlar da bizim kadar meraklılar… Ben deklanşöre bastıkça, flaş çakıyor, flaş çaktıkça onlar etrafımda dönüyor, akyalar yaklaştıkça ben basıyorum… Ben bastıkça onlar yaklaşıyor… Gidenler merak edip geri geliyor… Etrafımız sarıldı, teslim olmak istiyoruz biz bu zevke J ama bi yere kadar… Bizim dönmemiz lazım, hatırladınız mı biz balık değiliz ya… Geri geri mendil sallayarak vedalaşıyoruz akya sürüsüyle…
Tekneye çıkıp basıyoruz çığlığı “kumbarada ne çok balık birikmiiişşş…” bakıyo bizimkiler nooluyo diye… Kelimeler kifayetsiz ya kameradan gösteriyoruz hemen… Tezahüratlar artıyo tabii J
İkinci dalış öncesi yemek yiyoruz, Bercisuz döktürmüş yine... J
Galeriye sadece Mehmet, Erdinç, Aziz, Julien dalıyo; aşağıda çalışacaklarmış çünkü… Bizi Dorukla yatak odasında daldırmaya karar veriyolar… İtirazımız yok, dalalım da… Ama şu heykelin de fotoğrafını çekmek istiyorum ben J bi dahaki sefere artık J
Kuşanıp atlıyoruz, beklemeden de inişe geçiyoruz… Soğuk değil buz… Bu sefer sanırım kulaklarım düştü J
Yatak odası her zaman ki gibi çok güzel…
Dondum dondum…
anlatamıycaamm… hadi çıkalım yaaa…
nuri bile dondu wallaa…
ayy nerde bu tekneee…
koşuuuunnn… sağ ayak baş parmağımdan donmaya başladım beeeennn…. J
Tekneye vardığımızda çenelerimizden çıkan takırtıyla geldiğimizi anlayıp bizi hızla yukarı alıyolar…
Üşüdüğü için dalmayan Rauf’ la Ayşe bana senin rengine nooldu diyolar şaşkınlık dolu bakışlarıyla; ben de beyazlamış mıyım diye gülüp giyinmeye koşuyorum… Meğer sonra itiraf ediyolar beyaz değil hafif lilaymış rengim J))
Ooff… nasıl ısıncaaazzz…
çaylarımızı kahvelerimizi alıp, atkılarımızı berelerimizi sarınıp keyif faslına geçiyoruz dönüşte…
Üşüdük falan ama değdi di mi… arındık şöööle… J
Bol dalışlı
Bol dalgıçlı
Bol balıklı
Bereketli bir sezon olsun…
Sevgiyle k(d)alın…
Elvan

20 Şubat 2011 Pazar

Adrasan (11-12 Ekim 2008)

2007’ nin son dalışını Amerika’ da yapıp gelmiştim ya… 2008’ de de daldım aslında ama kimsenin haberi olmadı…
Yazamadım bi türlü… Fotoğrafları net çekicem diye, etrafa bakamaz oldum… Aslında hem Çeşme’ de, hem Karaburun’ da hem Bodrum’ da hem de Kaş’ ta daldım bu sene :) ama hiçbirinde peri benimle değildi…
Adrasan’ a gidicez… Adını hep duyduğum ama hiç görmediğim bi yer… çok güzel bi yermiş…
Gidelim badim gideliiiiimmm… Peri de gelir mi ki… ya da orda bekliyo olmasın :)
Eşyaları Perşembe akşamından toplayıp, arabanın bagajına atıcam ki Cuma günü tekrar işten eve gelmiyim :)) perşembeden başlıyor yani gezi benim için J
Dalış defterine bi de bakıyorum kiiiiiii 98 nolu dalışta kalmışım… E yani Adrasan’ da ikinci dalış benim yüzüncü kere suya girişim olacak :)
Vaaayyy…
100…
Benim gibi tırsık dalgıç için önemli bi sayı :) gerçi artık eskisi gibi korkmuyorum, bi zodiactan atlamasını beceremiyorum henüz… Onda da kolayını bulduk, sakin havalarda suda kuşanıyoruz :)) olmadı birisi el atıyo ben cup suya :)
Neyse biz Adrasan’ a gidiyoduk…
Cuma günü bir mutluluk, bir mutluluk... Yüzümden gülümseme eksik olmadı...
Yaşasın Adrasana gidiyoruz...
Gece 10’ da Atatürk Lisesinin önünden doluştuk minibüs irisi aracımıza... İlk önce yeni Elvan' la tanıştık... Ne güzel herkes birbirine aşina, sanki zaten tanışıyomuş da uzuuuun zamandır görüşmemiş gibiyiz :))) Bu arada birisi daha var ilk defa tanıştığımız... Yeşim...
Onun dışındaki kadro klasik :) Aybars, Gürel, Aziz üstat, Jem Bey, Lale, Bercisuz vee Mehmet Hocaaa... Tabiii ki bi de Aylinim badim ve ben... ahhh unuttuuum bütün gezi boyunca kendi olmasa da adı dilimizde biri daha var…
Yine klasik olarak güle oynaya ilk mola yerimizde beslenmemizi tamamlıyoruz :))) tam tahmin ettiğiniz gibi otobandaki tesislerde... ama bu sefer bizi elimizde börek çöreklerimizle kabul ediyolar :) Bu moladan sonra mecburi olmayan hiç bir mola vermeden :) yolumuza devam ediyoruz... Cem yine koridoru kapıp uyuyor... biz ise bu sefer nedendir bilmem çok uyuyamıyoruz... Arkalardan gelen karşılıklı horlaşmalar :) bizi epey eğlendiriyor.... Sabah güneşin doğuşunu Antalya sahilinden izleyerek yolumuza devam ediyoruz... Yanan yerleri görüp içimizin de yandığını hissederek Adrasana doğru döne döne iniyoruz...
ooofff....çok güzeeeellll....
Otelciğimize geliyoruz... Hemen bir kahvaltı edip, dalış planını yapalım... Çantaları odalara atıyoruz... Çok basit... Hemen arkadaki odalar işte... Dalış merkezi de odaların bir arkasında işte... Ama çok cici bi yer burası... Kahvaltımızı edip fırlıyoruz...
Ekipmanları hazırlıyoruz traktörle sahile taşıyolar... Biz de giyinip, traktörün peşinden sahile iniyoruz...
Teknemiz fındıkkabuğundan hallice... 6+6 dalgıçlık yer var... 6 sağda, 6 solda... iskeleden tekneye atlamamız gerekiyor... Yardımcılar çok... :) bir kaptanımız var; bir de liderimiz... Liderimiz Holger... Az Türkçe üzeri İngilizce idare ediyoruz :)
Holger dalış merkezinin sahibi eşiyle birlikte... Kışları Finike' de yaşıyolarmış, yazları dalışlarla falan buralarda... bu kadar huzur sıkar mı acaba insanı? Bilemedim şimdi...
Tekneye atlıyoruz, yerleşiyoruz... Çıkıyoruz yolaaa... ehh fena da rüzgâr yok değil hani :) dalgaları yara yara gidiyoruz açıklara... Kıyılar ne kadar güzel... Bu çam ağaçları kayaların arasından nasıl da fışkırıyor... bi de üstelik nasıl da mis gibi kokuyor buralar... Denizin rengini anlatmıycam bile...
İlk dalış noktamız "yarasa mağarası"...
Holger önce brifing vericem diyor... Anlatıcak diye beklerken bir torba kalem alıyor eline... Tahtasını da alıyor... Manzaraya bakaraktan başlıyor çizmeye... Kıyıları maviyle... Ağaçlık yerleri yeşille... Dipteki kademeleri kırmızı kalemle noktalayarak anlatıyor bize dalış rotamızı :)))
esas önemli olan nokta mağara... Mağara girişinde tek sıra dizilip diz çöküp bekliyceksiniz diyor... Ben gidip bakacak... Fok varsa siz mağaraya girmeyecek, fok dışarı çıkacak... Fok yoksa ben işaret edecek siz mağaraya girecek...
Bu arada yolda bu mağaradan bahsedilmişti... Fethiye’ deki Türk Hamamına benzer bi yermiş, içinde yarasalar varmış... Dur bakalım hangisini görücez :)
Kuşanıp atlıyoruz cup cup... Badimle gözgöze iniyoruz aşağıya... Nerdeyse herkeste fotoğraf makinası var... Onun için birbirimizi gözeterek ilerliyoruz... Su çorba gibi...
Çok güzel çooookkk.... Türkuaz suların içindeyiz iştee...
İlerliyoruz... Holger’ in anlattığı duvarın 30.metresinden "bir küçücüüük orfozcuuuk varmış" şarkısıyla dönüyoruz badimle...
Duvardaki o oyuk, bu oyuk... o oyuğun içinde bu balık, şu kurt derken derken.... Mağaraya geliyoruz... Holger bizi Alman disipliniyle oturtuyo ve kendisi içeri giriyo, hani kontrol edicek ya...
Hani fok varsa dışarı çıkıcak ya...
Biz uslu uslu bekliyo gibiyiz... Gibiyiz diyorum tabiii... Hepimiz dizlerimizin üzerindeyiz... Sadece ilk durduğumuz yerde değiliz... Herkes diğerine çaktırmadan ama mükemmel bir uyum içinde usul usul mağara ağzına doğru yaklaşıyoruz... Hani yürüyen çalılar gibi :)))))
merak işte... acaba fok mu çıkıcak kuş mu?..
Sonunda bir beyazlık çıkıyor.... Çuval gibi bişiiii....böööle nasıl bir süzülmek....çakılların üzerinde Eftalya misali poz verip sonra da mağaranın yukarlarına doğru çıkıp bizi büyülüyor...
Bu nasıl bi şey...
Yani nasıl hem çuval gibi olup da hem zarif hareket edilebilir ki...
Ben fotoğraf çekmeyi denemiyorum bile... Onla mı uğraşcam şimdi... Seyrediyorum doyasıya... Gösteri bittiğinde biz afallamış şekilde salonu terk ediyoruz...
Fok gördük yaaa... Fooookkk....
Artık başka bişiii görmesek de olur derken iki kayanın arasında orfoz var haberi geliyor... Herkes bakıyor çıkıyor, bakıyor çıkıyor... Aziz fotoğraf çekmiyor, teknik bir açıklaması var ama konunun... En son Aylin’ le ben yanaşıyoruz kayalara...
Aylin bakıyor, kocaman diyor... kocamaaaaannn...  Ben de yanaşıyorum...
hani nerdeee.... gördüüüüüümmmm….
Oooooooooooorfoz....
Önce fotoğrafını çekiiim diyorum... bi poz çekiyorum… Ama ayarı beceremedim... aaa yok uğraşmıycam... Bi daaa nerde bi orfozla gözgöze otururum kiii....
Badimin de dediği gibi gözleri yumruğum kadar.... böööle gözlerini devire devire bize bakıyo... Ben de makinayı falan bırakıp ona bakıyorum... Gitmiyo da... Kocaman zaten... bi dudağı yerde bi dudağı gökte.... Kafası kafamdan büyük... Kocaman yaa işte nasıl anlatiiim.... kocamaaaaannnn....  
Mecburen ayrılıyoruz... Teknenin altına geldiğimizde etrafımızı trompet balıkları sarıyo... bi tanesi var ki ben buraların ağasıyım burda benim borum öter havasında :)))) onlarla da oynaşıp çıkıyoruz tekneye...
Kıyıya dönüyoruz... Öğlen yemeklerimizi yedikten sonra biraz dinlenip 2. dalışımıza gidicez... Bütün malzemeyi teknede bırakıp, sadece tüpleri söküyoruz... Dönüşte bi tek tüp taşınacak tekneye...
Sedirlerde yemeğimizi yiyip, az biraz da serilip dinleniyoruz... Bu arada L-two (yeni Elvanı L2 ilan ettik) dalmaya ikna olmuyo bi türlü... Hastayım falan diyo gerçi ama... Ah be Elvancım yaa... Meeemet hocayı ortamıza alıp bi elinden sen bi elinden ben tutucaktık ama yaa.. :) neyse artık başka sefere yaparız :) Lale de 2.dalışa gelmiycem diyor... Yorgun ve uykusuz... Bunu daha önce Bodrumda tecrübe etmiştik, o yüzden 2. dalış yerine dinlenmeyi tercih ediyor...
Hadi 2.dalış "pırasa adası"nda...
Yine doluşuyoruz tekneye... bu sefer ekipman bağlama işi teknede... Herkes hemen hazırlanıyo...
Holger başlıyo çizerek anlatmaya... eveeettt... renkli kalemleriyle....
Şimdi burası pırasa adası, adada gerçekten pırasa yetişiyomuş... Atladığımız noktada doğrudan 10mtye iniyoruz... Sonra 14 metrelere kadar usulca inerek bir balkon kenarına geliyoruz... Orada oturup gümüş balıklarını seyrediyoruz... Sonra o duvar dimdik aşağıya 70mtlere falan iniyor... Onun için dikkatlice aşşaaa sallanıp ada sağımızda devam ediyoruz... Akıntı var... 24lerde falan bir mağara var...büyük bir mağara.... dibi 50mtlerde falan.... İçine girip, duvarlarına bakıp çıkıyoruz... Tül mercan varmış içinde... Sonra mağaradan çıkıyoruz... biraz ilerleyip köşeyi dönünce akıntı bitiyor.... sonra da tekne bizi orda bekliyor.... 
Tamam mı? 
Tamam...
Akıntı ve dalga fenaa... Atlamak kolay değil... Tekne bir şekilde çalışır kalıyor... Atlayan hemen kayalara doğru yüzüyor... off çok heyecanlı...
Yeşim’ le ben en sona kalıyoruz... Önce beni atıyolar... Ben fotoğraf makinamı alamıyorum, atlayıp bi daha yanaşmam mümkün değil, e makinayla da atlayamam :) diğerlerinin nasıl yaptığına bakamadım ki zaten sallantıdan... Neyse sudayım... badimle buluşuyorum... Yeşim de geliyor... iniyoruz... Balkona doğru ilerliyoruz...
Bu nasıl bir mavidir... Derin mavi nasıl bişeydir... Başkası gözünde canlandırabilir mi, bu duyguyu anlayabilir mi?...
off ki ne ooff...
Sıralanıyoruz balkona... Balkon da gerçekten balkon ama... Denizin dibinde bir gökdelenin çatısından aşşaaa bakıyoruz... O kadar yani...
Tam o sırada duymadığımız bir müzik başlıyor... yüzlerce gümüş balığı sağımızdan sağımızdan geliyor.... Ama çok kalabalıklar.... Hepsi aynı yöne ok gibi gidiyorlar... Arada yalnız idareciler var... Onlar arada geriye dönüp arkadakilere bişeyler söyleyip tekrar eski yerlerine dönüyor... Sonra müziğin çıkışlarına göre hooop yön değiştiriyorlar.... bi o tarafaaa... Bir bu tarafaaa... hooop bu tarafaaa.... şimdi aşşşaaaa.... hooop yukarı ve solaaa....
epeyce bir süre hepimiz büyülenmiş bir halde bu resitali izliyoruz, bi tek müziklerini duymuyoruz.... Ama olmaması imkânsız... Süperler... süpeeeeeeerrrrrrr.....
sonra kontrollü bir şekilde atıyoruz kendimizi balkondan aşşaaa.... akıntının kollarına bırakıyoruz kendimizi deee.... sürüklediği her yere de gitmiyoruz amaaa.... Duvara ne çok uzaktayız... ne de çok yakında....
Böyle sularda balık olası geliyo insanın... 
Duvarın üzeri ağ kaplı... Nasıl ürkütücü bi görüntü... Mağaraya geldiğimizde heyecan dorukta.... Karanlığa doğru ittiriyo akıntı... Giriyoruz içeri... aşşşaası yok... Sonu gözükmüyo... yukarsı dersen yakında değil... Fenerleri yakıyoruz, Mehmet hocanın peşisıra ilerliyoruz... Sonuna dayanana kadar anlamıyoruz bişey... mağara bitip de geriye döndüğümüzde....
işteee....
Lacivert...
Ortasında bir ışık... İçinde dalgıçlar...
veee mağaranın ağzını uzaktan görüyoruz...
Gerçekten büyük burası... Dibi 50 midir 70 midir bilmiyorum ama ağlar ağzın altını sınırlamış sanki bilerek... Enginlerin derinliklerin ihtişamını işte böyle manzaralarda anlıyor insan...
Yine büyülendik, yine büyülendik...
Mağaradan çıkıyoruz... Akıntının biteceği köşeye ilerliyoruz... Orada kayalıkların arasında müren varmış onu gösteriyo Holger... Müren falan hiç birimizin umrunda değil... Biz mürekkep şişesine damlamışız daha ne isteyelim ki...

100. dalış daha nasıl kutlanabilirdi ki... :)
teşekkür ederim...teşekkür ederiiiiimmmm....
Tekneye çıkışımızda yine trompet balıkları eşlik ediyor bize...
Sarınıyoruz havlularımıza, dönüş yolundayız kıyıya doğru.... Denizde balıklar atlıyor peşimizden...
yok yaa atlamıyo bunlar.... uçuyolaaaaaarrrrrrrr.........
heeeeeeeeyyyyyyy.... uçanbalık bunlaaaaarrrrrr....
gerçekten uçuyolaaarrrrr.....
a-aaa....bak bak bak.... uçtu ....
yok böyle bir kutlama :)  ağzım kulaklarımda...
Kıyıya geldiğimizde eşyaları alıyoruz bu sefer... Yıkanacaklar akşam... Merkeze gidiyoruz... Soyunma ve eşya yıkama işlerini halledip, makinaları kaptığımız gibi odalarımıza koşuyoruz... Duş muş... makinaları yıka, kurula, sök derken.... İşleri bitirip, odadan sahile atıyoruz kendimizi...
Elimizde şarabımız, güneşin batışını, Aziz’ in fotoğraf çekişini izleyip... Keyifle sohbet ediyoruz... Hayatın ve işlerin keşmekeşine rağmen şu anda hepimiz o kadar huzurlu ve dinginiz ki...
Yemek servisi başlayacağı için dönüyoruz 5mt gerideki otele :) ama yemekten önce Gürelin bilgisayarda Bercisuz'a brifing veriyoruz ;)))) yemek sırasında Holger geliyo ve sabah ilk dalışı erken yapıp yapamayacağımızı soruyo...
Yaparız diyoruz... tamam diyor...7.30da dalıyoruz.... Sabah erken düz olur... Balık çok olur... tamam diyoruz.... Alıştık ya bugünden biz... Yarın sabah da yunuslarla dalarız belki :)
Yemeğimize, sohbetimize devam ediyoruz... Salıncaklarda sallanıyoruz... Sonunda yorulup uykuya çekiliyoruz...
Saat sabahın 6sı, günlerden pazar, bir gece önce İzmir’ den Antalya’ ya yol gelmişiz,üstüne 2 dalış yapmışız... Normal şartlarda olsa hayatta kimse kalkmaz ama burda da güneşin doğuşu kaçar mı yaaaaaa........
kaçmaaaazzz....
Güneşi doğurup, dalış hazırlıklarına başlıyoruz...
7.30da dalıştayız... ekip süper canım... diycek bişey yok...  Ama hava bi acayip...
Hani rüzgar olmayacaktı...
Hani bu deniz düz olacaktı...
Değil...
Dalışa engel mi peki bu durum...
O da değil...
İyi hadi o zaman gidelim...
Bu sefer anlatcak pek bişey yok... dalış noktasına geldik, renkli resimli brifingimizi aldık, burda irili ufaklı balık ve deniz tavşanı göreceğimizi öğrendik, suya atladık.... 
dolaştık....
dolaştıık...
dolaştıııık...
dolaştııııkkk...
dolaştıııııkkkkk.... Ne havamız bitti, ne de bişey gördük...
Ben bi tane miniminnacık orfoz, bi tane parmak iskorpit, bi tane de minik mürencik gördüm...
Onun dışında dolaştık...
dolaştııııkkk...
dolaştııııııkkk....
fakaaaat sabahın bu saatinde suda olmanın, dönüşte mükellef bir kahvaltı etmenin keyfi de bi başka oldu ne yalan söyliyiim...
Havanın durumuna bakarak 2.dalışı iptal edip dönüş yoluna geçtik... Daha Adrasan’ dan çıkmadan dere boyunda kahve molası ile başlayan silsile Finike’ de gözleme ve mavi yengeç yemekle devam edip, en son Çine’ de köftecide sonlandı...
Gece yarısı ise gerçek hayata dönmüştük bile...
Sevgiyle k(d)alın…
Elvan

19 Şubat 2011 Cumartesi

L1 Atlantikte - 2 (29.12.2007)

2007nin son dalışını Atlantik Okyanusunda Eğitmen Burak ve öğrencisi Cemal’ le yapıcaz… Tayfun görüşüyor telefonla; Burak sabah 8de buluşup batık dalışına gideceğimizi söylüyor…
Alllaaaaah… Ne heyecan… ne heyecan…
Sonra bi telefon daa geliyor sabah 8 değilmiş; öğlen Ft. Lauderdale’ de Pro Dive’ da buluşulacak. Tayfun biliyoruz yerini diyor J
Batığa dalıcaz ya, ben daha bi heyecanlıyım… Gözümde ne manzaralar canlanıyo… Böööle lumbozların birinden geminin içine bakınca köpekbalığı falan mı görücez… Hani Amerika’ da her şey ve herkes kocaman ya; kimbilir dalacağımız batık nasıl bi gemi…
Biz yine erkenden gidiyoruz Pro Dive’a Burak elinde bir sürü malzemeyle geliyor; bana da eşinin malzemelerini getirmiş. Ben dün 3mm Handersonumu aldım; onu giyicem. Bi tek dizlikleri yaraya nasıl bir etki yapacak onu kestiremiyorum, geçen sefer şortiyle dalmıştım çünkü. Bütün malzemelerim hazır olunca 60USD’ye bitiriyoruz işi bu sefer. Daha önceden de kayıtlı olduğum için bi yere bi imza atmıyorum ben J Burak’ la Cemal imzalıyolar… İki dalış arkadaşıma da hemen ısınıyorum. İkisi de cana yakın, Cemal kocaman J Ben artık sisteme alışkın olduğum için, hemen numaralı yere geçip hazırlıklara başlıyorum… E tabii Burak ve özellikle vana açma konusunda Cemal' den yardım alıyorum… Oralarda benim gibilere “candy diver” diyolarmış… J))) oluuur diyorum, benim çeşitli isimlerim oluştu zaten candy de uyar J)))))… Burak hoca ya, biraz daha rahatım o yüzden… ama uyarılarımı yapmadan duramıyorum… Ben batığın içine girmiyiiim diyorum, siz girerseniz de dışarıda beklerim. Tamam diyor. Hani böööle hangarlarda falan… ayy korkarım yauw… sonra bi de diyorum ben suya 50cm batana kadar yaptıklarıma ya da söylediklerime çok kulak asmayın; sahne heyecanı bu… Dalamam zannetmeyin… 50cm aşağıda normale dönüyorum… Midem bulanır, merak etmeyin kusmam diye anlatıyorum… Doğal olarak çok anlam veremiyolar tabii J))))
Brifing başlıyor; dalış yapacağımız batığın adı Tracy… Önce akıntı ipi atılacak… Söylenenlerin çoğunu anlamıyorum… Burak tercüme yapıyor, sonra benimle Türkçe konuşmayı bırakıp İngilizce anlatmaya devam ediyor J)))) eeee şeeyyy…hani tercüme deyince ing-ing değil de ing-türkçe alsak J)))) tekrar Türkçe konuşmaya devam ediyor J)))… Yalnız ikimizin de anlamadığı bişey var… tekne batığa kıçtan yanaşıyo ama çıkışta teknenin burnu ile karşılaşıcakmışız, yüzmeniz gerekebilir ona göre çıkın diyolar… Yauw nasıl oluyo bu ben hala çözebilmiş değilim… Neyse… hazırlanıyoruz işte… ben fermuarı çekince başlıyo midem bulanmaya… Burak tekne tuttu sanıyo… yook diyorum, suda geçicek…dalmam lazım J Ağırlıklar 6kg. Bana az diyorum; dalarsın diyor… yauw ben normalde 10kg ile dalıyorum; e elbise de yeni… bişey olmaaaaazzz dalarsııııın… ehh napiiim olmadı ağırlık isteriz napiiim…
Burak beni araya almaya karar verdi; önce kendisi atladı… ben ikinciyim… Cemal de benim arkamdan atlıycak…
Bu arada deniz dalgasız olmaz vay kızım okyanus hiç olmaz… türküsü kulaklarımda çınlıyor J)) platforma kadar tutuna tutuna geldim de, orda duramıyorum kiiii…
atlar atlamaz ipe tutun diyor…
Havamın açık olup olmadığını kontrol ediyolar ve OK veriyolar; ben kendimi atıyorum suya…
Suya atladım sanıyodum ben de… meğer çamaşır makinesı kazanına atlamışım… yauw kardeşim dalganın da bi adabı olur de mi… yok… hay Allah yaa… dalgada bi inip bi çıkarsın ama bu ne biçim bi dalgaysa aynı zamanda da çalkalıyo… Burak aşağı diyor… inemiyorum hafifiiiiimmm…. Ayaklarım bi tarafta, kollarım bi tarafta… ipe asıla asıla biraz iniyorum… hey allahım kolumdan bacaaamdan birileri mi çekiştiriyo… ben bir kuklayım da iplerim mi karıştı… nefesimi düzeltmem lazım… nefes alabiliyo muyum kiii… hadi amaa… koca amerikan batığı bizi bekliyo… BCmi çekiştiriyorum, sarınıyorum… elime koluma hakim olunca biraz daha rahatlıyorum… Burak’ ın yanına vardığımda normale dönmüş durumdayım… Cemal de yanımıza gelince dönüyoruz batığa…
Haydaaa… bu mudur? Tracy var yaa bizim Bodrum' daki Pınar-1 kadar bişiii… J))) demek Amerika’ da da ufak tefek şeyler varmış J)))))…
Ama etrafında bi sürü balık var, üstelik de rengarenk…
Adını bu kadar mı hak eder bi balık; Queen Angel Fish… kokoş bi kraliçe ama… rengarenk J))) orası burası derken… Burak fotoğraf falan çekiyo… filme alıyo ve ben tabii ki anlamayıp poz veriyorum sadece J) Derken Cemal alt güverteye giriyo… ben hala biraz ürkeğim, Burak’ ın yanından ayrılmıyorum… Tam o sırada kocaman bişey parlıyo… var yaaa… böööle bi sağ bi sol yapa yapa… ooooffff….bu ne yaa… barrracudaaaa… bizim burda baracuda dediğimiz balıklar var ya bunun kim bilir kaçıncı kopyası… Aman yarebbim… kafası kafam kadar… dişleri altlar üstler kenetlenmiş… umarım ağzını açmaz… anam anam anam… bu nassı bişey yaauuww… Burak’ ı çekiştirip gösteriyorum… Başlıyo resim, film falan çekmeye…  ben direklerden birine tutunup kalıyorum… Barracudanın hareketlerine büyüleniyorum… Burak’ la aramızda şimdi… Burak bana doğru yönlendiriyor balığı… İkimizin birlikte resmini çekicek J)))) hahahahahaaa ben durur muyum kaçıyorum tabii, kalmış aramızda bi karış mesafe… ne kadar ürkünç… Ağzını açsa kafam sığar… walllaaa abartmıyorum… Arkadaşın boyu 1mt civarında… Zaten bunlar 1mt gibi olunca tek başlarına gezerlermiş; bu da gelmiş Tracy’ e yerleşmiş… en son çıkarken de uzun suratlı bi balık görüyoruz… Buraların zıpkınlık balığıymış Hogfish…
The Tracy’i ziyaretimiz 72feet derinlikte, 28 dakika sürmüş…
Çıktığımızda gerçekten teknenin dönmüş olduğunu görüp şaşıyoruz… çıkış ipine tutunuyoruz, maske ve regülatörü çıkarmıyoruz; paletleri çıkarıp bileklerimizden geçirip elimizde sıramızı bekliyoruz… sıra gelince de merdivenin halatlarına asıla asıla platforma çıkıp, dooooru numaralı yerimize…
Ahhh bu dizlikler… dizim çok acıdıııııııı……
İkinci dalış noktasına kadar, takımlarımızı değiştiriyoruz… Üstümüzü çıkarmıyoruz… Hazır bekliyoruz… Bu arada sohbet ediyoruz…
Burak, dalamayacağını sandım başta; heralde bu dalışı iptal edicez dedim diyor. Sonra bi baktım canavar oldun… Gayet iyisin sualtında… J)))
E ben demiştim amaaa… Tekrar diyorum sahne heyecanı bu J)))…
İkinci dalış noktası da bir reef… Etrafta bizim haricimizde bir sürü tekne var. Kimi balık tutuyo, kimi keyif yapıyo… Bi tanesinin yanında ufak bir botun içinde bi motor çalışıyo…
Bu ne?
Nargile yapıcakmış adamlar…
höö??? Nasıl yani? Hani şu eski süngerciler gibi mi?
Eveettt… aaaa… Ne ilgiiinnççç… Hadi inelim de bakalım…
Atlıyoruz suya sıramız geldiğinde, burada su daha az çırpınıyor… Mahşerin 3 dalgıcı iniyoruz aşağıya… Bende yine 6kg… Az abi bu ağırlıklar yaaa… Boşaltıyorum bütün havamı, iniyorum… bi daha da hiç hava basmıyorum, ne BCye ne etrafa ;)
Etrafı seyretmeye doymak mümkün değil… her taşın altında lobster… rengarenk balıklar… Hepimiz birbirimizi şuna bak şuna bak diye dürtüyoruz J) bu french angelfishler çok şık yaaa… bi tane küçük kara balık var… çok alem… yuvasını korumak için bize saldırıyo J))) elini uzatıyosun ısırmaya kalkıyo… serseri bişiii…. J)) deniz kestaneleri de besili burda, dikenleri hep uzun uzun… hani bizim sularda derinlerde gördüğümüz kestaneler burda 10mtlerde…  Burak bi balık gösteriyo… üstündeki desenler sanki biraz havada duruyomuş gibi, fosforlu bi de parlıyo… ama bazı açılardan yakalayabiliyosunuz o görüntüyü, yoksa öööle dümdüz bi balık gibi… J Cowfishmiş adı… Bu arada nargile yapan adamı görüyorum… Astronot gibi… Elinde bi file var… Lobster toplıycak sanıyoruz önce… sonra bi de bakıyorum kii elindeki küçük bi kavanoza bi balık koyup yukarı gönderiyo… Heralde araştırma falan yapıyolar JReefin öbür tarafına doğru gidiyoruz… O da ne… etraf araba lastiği dolu… bunlar ne yauw? Çıkınca öğreniyoruz, yapay reef yapmak istemişler, sonra lastiklerin zararlı olduğunu anlamışlar, bir kısmını da toplamışlar hattaaa… Bizim gördüklerimiz de son kalanlarmış… Benim ağırlık az ya, hava da azalınca tüp de uzun alüminyumlardan, başladı havalanmaya ve beni ensemden dürtmeye… tam o sırada kayaların dibinde kırmızı işaretli bi ağırlık gördüm… hemen gittim alıp,cebime atıcam… Burak bıraktırdı… olmaaaazzz diye işaret ediyo… Allah allaaahhh… niye yaaa? Cebime koycam diyorum… olmaaazzzz….diyo… ehh… biraz ilerde bi tane daha var… onu aliiim… olmaaazzzz… yukarda anlatırım diyo… Allah allaahhh… neyssse…
Yeşil okyanus suyu ve rengârenk balıklarla ve kırmızı ıstakozlarla vedalaşma zamanı geldi; tam 45 dakkadır suyun altındayız… Atlarken söylüyolar zaten 1 saat sonra çıkmamış olan kıyıya yüzerek çıkar diye J))) espritüel Amerikalılar J
Yine ipte sıraya giriyoruz, paletleri çıkartıp, bileklerimize takıyoruz… ooff merdivende dizim yine acıycaaak L sıra bize geliyor, çıkarken bi de üstüne dizimi vuruyorum basamağa L((( aaaaa…aaaa……aaaaaaa…… üstüne bi de elbiseyi çıkartırken dizlik dizime yapışmış mı….oooooo….oooooo….acıyo yaaa…. Neyse ki herkes çığlık çığlığa da ben dikkat çekmiyorum…
Hatıralık fotoğraflarımızı çekiliyoruz… Okyanus dalgalarını aşarak kanala giriyoruz ve iskelemize yanaşıyoruz… Bu sefer eşyaların tamamı bizim olduğu için toparlanma ve taşıma faslı da bize ait J sonra da yine coconutta oturup bişeyler atıştırıp, birer bira yuvarlıyoruz… Sevdim ben bu bahamas birasını J… Cemal beni Tayfun’ la Yasemin’ e Singing Tomatos’ da teslim ediyor…
Bir dahaki sefere kadar hoşça kal Cemal… Burak… Okyaaanus…
Hoşça kalın balıklar…
Her şey için teşekkürler…
Yine gelecek ben… J
Sevgiyle k(d)alın…
Elvan

Görelim bakalım neler varmış… (27.12.2007)

Aylardır bir heyecan ve hazırlık içerisindeyim Amerika’ya kuzene gidiyorum Pompano Beach’ e, bi kaç gün de Bahamalar’ da olucaz…
Nasıl dalarım?
Kimle dalarım?
Dalar mıyım, dalmaz mıyım?
Dalabilemez miyim?
Dalarsam köpekbalııı görer miyim?
Görersem ben naaparım, balık naapar?
Çağatay Erciyes’ in sitesinde oralarda yapılmış dalışlarla ilgili yazı ve fotoğraflar var… Key Largo, Amerika’ da dalışın başkentiymiş, kaldığımız yere çok uzak değil… Bahamalar’ da shark dive yapıyolarmış… Stuart Cove tavsiye ediliyor… Çağatay Erciyes’ e mail atıyorum, bi de Key Largo’ da daldığı merkeze… Dalış merkezinden kredi kartı numaranı ver biz teknede yerini ayırırız diye basit bi cevap geliyo J)) oldu şekerim diyorum J)))) Çağatay’ dan ses yok…
Ooofff çok heyecanlı…
Var yaaa… Şu anlatılan köpekbalıklarının beslendiği dalışı yaparsam bu kitabın son yazısı olur diyorum; benim de dalgıçlığımın üst sınırı heralde J)))
Korkmayın bütün tatili anlatmıycam J)))) Bahamalarda bikaç gün kalmayı beklerken 1 günle geri dönüyoruz, onda da dalmayı başaramıyorum L
Gemiden yazıldığım tur dalgaların çok yüksek olduğunu ve güvenli bulmadıkları için dalış turunu iptal ettiklerini söylüyor… Kızlarla öğlen gemide buluşmak üzere ayrılmıştık, bak şimdi…
Adaya çıkıp danışmaya gidiyorum ben dalmak istiyorum, lisansım var ama gemi turu bööööle böööle oldu diyorum… Başka yerler var diyolar, ben Stuart Cove diyorum, danışmadaki hatun telefon ediyor, sabah seferleri gitmiş; ancak beni öğlen 12’ de alabilirlermiş.
E şimdi ben napıcam…
Kızları bulana kadar vakit geçiyor, dalamıyorum L çok mutsuzum ama bi taraftan da adayı merak ediyorum. Neyse hem ada hem sualtı; Atlantis Otele gidiyoruz; otelin altını komple akvaryum yapmışlar… Her şey var, bi ben yokum sularda… L
Hayal kırıklığıyla döndüğüm Bahamas gezisinden 2 gün sonraya canım kuzenim ve kocası oradaki Türk popülasyonundan dalgıç olanlarla irtibat kurup bana 2 gün dalış organize etmişler…
Yaşşaasııınnn…
27 Aralık 2007 Perşembe, öğle saatlerinde Tayfun’ la birlikte Ft. Lauderdale’ e gidiyoruz. Çağatay’ la telefonda yol tarifi alarak dalış merkezini buluyoruz. Kanal kıyısında Pro Dive, önünde Coconuts diye de bi restoranı var.  Arabayı park edip, Tayfun da ben de çekingen çekingen dolanıyoruz; Çağatay gelmemiş henüz… Dalış teknesi de yok ortalarda zaten…
Sabah turuna şnorkel yapacaklar gidiyormuş; scuba dalışları öğleden sonra; her cumartesi de akşam saat 6da gece dalışı için tekne kalkıyomuş.
Çağatay (Erciyes değil yanlış anlaşılmasınJ) geldi… Tanıştık… Yanında ne var ne yok diyor… Bi tek maskem var, pembe J Tamam gidip kayıt yaptırıcaz; daha doğrusu kaydımız yani rezervasyonumuz varmış da, parasını ödiycez, malzemeleri ayarlıycaz…
Giriyoruz içeri… Ben önce şöööle bi afallıyorum J Koca bi dükkân, içinde bi sürü malzeme ve aksesuar satılık… Kasaya gidiyoruz; adımı soruyolar, sertifikamı istiyolar… Bilgisayara işliyolar… Bi form veriyolar; o hastalık, bu alerji, turp gibiyim, başıma geleceklerden ben sorumluyum, kendim ettim kendim buldum falan gibi yazıları imzalıyorum… Bi de instructor istemediğimizi, kendimiz kendimize dalacağımızı beyan ediyoruz. Tarih de atıyoruz; 31.12.2007ye kadar geçerli diye; olur da bi daa gelirsem…
Benden 2 tüp, 3mm şorti, paletler, BC, regülatör ve ağırlık kemeri+ağırlıklar dahil 101,00USD alıyolar. Eğer instructor isteseymişiz bi de ayrıca ona para ödiycekmişiz. Vay anasına deyip, arkadaki malzeme odasına geçiyoruz… File bi çanta veriyolar elime, fişi alıyolar elimden; neyin parasını ödediysem bedenimi söylüyorum getiriyolar, deniyorum tamamsa atıyoruz çantaya J Fişi tekrar bana veriyolar…
Teknenin gelmesine daha var; bişeyler atıştıralım diyoruz; ben salata isteyip, sosuna basılmış sarımsaklar yüzünden sadece böcükleri yiyip bırakıyorum; Çağatay bu arada bana bulantı ilacı içiriyor ısrarla… Beni deniz tutmaz diyorum ama burasının deniz değil okyanus olduğunu hatırlatıyor J Hesabı ödediğimizde 101 dolara yemeğin dahil olmadığını anlıyorum J… bu arada yeni badim hakkında da bilgi alıyorum tabi; onlar benim sertifikaya baktılar ya, ben de soruyorum nesin sen diye… Uzmanlık sertifikalarını çıkarıyo Çağatay J Bu arada köpekbalııı görür müyüz acaba diyorum… Şanslıysak diyor… Dizimi gösteriyorum, bir gün önce bir kısmını Amerikan asfaltında bıraktım, yaraya gelir mi ki bu köpekbalıkları J)) hani kan kokusu falan J gelmezmiş… Sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim J)))
Tekneye gidiyoruz… Binerken tekrar fişi alıyolar, listeden ismimi kontrol ediyolar ve bana 4 numara diyolar… Nassı yaniiii soran gözlerle Çağatay’ a bakıyorum; o da 5 numara… Yerler numaralıymış meğer J
Evet yaaa… Hem de atlayış numarası aynı zamanda…
Pess…
4 numaralı iki yuva var yan yana, içinde de tüpler… Çağatay hemen tüplerin havalarını kontrol ediyo, hem benimkileri, hem kendininkileri… İskeleye OK diyo… Maazallah kontrol etmeden gidersek, bi de boş çıkarsa dalamayız ya… Allah allaaahhh… Yok mu şu oturakların altında tüp? Neyse…
Çantamızı tüplerin hizasında bankın altına sürüyoruz… Ekipmanımızı hazırlayıp; kuru bölüme geçiyoruz… Havlumuzu, kuru çantamızı falan orada tutuyoruz… Tekne doluyor; kürdan gibi bi kız brifing vermeye başlıyor, kız kürdan ama ses maaşallaahhh…
Önce tekne kurallarını anlatıyo, sonra dalış yapılacak yeri… Barracuda Reef 2 dalışın da yapılacağı yer… Dalışların biri reefin bi tarafında diğeri onun biraz üstünde… Max derinlik 30ft olacakmış; max süre 60dk diyor…
Peki diyoruz… Daha doğrusu “yeeaaahhh” diye çığırıyoruz… Burda sürekli çığlık atma mecburiyeti var bi de J)))) neden anlamıyorum ama sürekli çığlık çığlığa herkes J))))
Kanalın içinden okyanusa doğru giderken, evleri ve önünde park halindeki teknelerini resimliye resimliye ilerliyoruz. Haaa bu arada ben de makine ve housinglendim sonunda J)) ama dalışta yanıma almamaya karar verdim… Zaten heyecanlıyım, şimdi bi de makineyle uğraşamıycam, etrafı seyretmeyi tercih ediyorum…
Kanaldan okyanusa çıktığımız sallantıdan belli oluyor… Tekne sanırım ilave motorlarını da çalıştırıyo… Atlantik okyanusunda ilerliyoruz; kara küçülüyor… Okyanusun orta yerine dalıcaz; ööööle koy moy yok zaten; dümdüz bi kıyı… öööle atlıycaz yaniii… open water… J)) film aklıma geliyo, bizi unutmazlar di mi diyorum, Çağatay gülüyo J)))
Elbiseleri giyin çığlığı atılınca, biz de yeeaaahhh diye cevaplıyoruz J))) giyiniyoruz, geldik… Tekne kalabalık… Paletleri de numaralı yerinde giyiyosun, ayaklarını sürüye sürüye platforma gidiyosun…
Biz sıramızı atlatıyoruz, en son atlayalım, şu hengâme bitsin diyoruz… Hafif çalkantılı sular da… Numaralı koltuğumda kendim kendime kuşanıyorum, paletlerimi giyiyorum… Sıramı bekliyorum… Görseniz ne kadar usluyum…
Atlama sırası bize geldiğinde önce Çağatay gidiyor ki arkadan ben onu taklit edeyim J))) Platformun ucuna gelmeyi başarıyorum, ayakta da durabiliyorum, hatun vanamı kontrol ediyo, ama midem bulanıyo diyemiyorum J)) tamam hazırsan atla diye çığlık atıyo; ben hazır mazır o sesden sonra atıyorum kendimi suya J))
Çok şükür sudayım, ohh beee…
Su biraz yeşil ve hafif puslu ama yapcak bişii yok J hadi diyoruz dalalım bakalım… İniyoruz aşağıya… Etraf puslu yeşil, fakat hafif hafif renkleniyo…
Eflatun tülden yelpaze gibi mercanlar salınıyorlar yani heralde mercan bunlar… Biraz sarı, biraz kırmızı tonları… O da ne simsiyah ama minik beyaz desenli yassı ve yuvarlak 2 tane kocaman balık geliyo siz de kimsiniz der gibi…
Çağatay’ a gösteriyorum heyecanla; hııı deyip kafasını çeviriyo…
Balıklaaarrr diyorum… siyah diyoruuuum… Büyük… Ne güzel…
Hııı-hıııı…
Devam ediyoruz… Bu sefer sarı siyah minik balıklarla karşılaşıyoruz, ben de yine heyecan, Çağatay yine hı-hıııı…
Pekiiii, sarıkuyruklu siyah balık üstünde de mavi benekler olsa heyecanlanır mı acaba?
Yok…
Bi ben, şuna baaak şuna baaak diye kendi kendime debeleniyorum suda…
Daaa yuvarlacık, ağzını öpecekmiş gibi uzatmış balıklar görüyorum, bazısı siyah beyaz çizgili, aynı modelin zoro gibi maskelisi de var, bi de kuyruğuna yakın yerde yalancı gözü olanı…
İsimlerini de bilmiyorum ki ben bunların…
Bizim asker balıklarına benzer ama daha kocaman gözlü kırmızı balıklar görüyorum… Sularda bi fırfır hareket ediyo, vatos heralde, 2 karış ama çok güzel gidiyo fırfırfır…
Nerdeyse her taşın altında ıstakoz var…
Evet yaa 30ftdeyiz sadece… yaniii bölü 3; 10mtlerde J)))…
Çağatay havam bitti işateri yapıyo, benimkine bakıyorum 2500psi var; nasıl olur diyorum, zaten 3000le girdik…
Haaa… Havası değiiil reef bitmiş J))) dönüyoruz…
Havamız bol, biraz da öbür tarafı gezelim diyoruz… Yanımızdan başka bi ikili geçiyo ama onların başında instructor var… Müren işaretinin aynı olduğunu işaret ettiği yerde yeşil müreni görünce anlıyorum J yauw bu yeşil olunca bizimkilerden daha vahşi gözüküyo J bi de kalın…
Papağan balıklarını güler yüzlerinden tanıyorum… Aman nasıl süslenmişler burda bi görseniz…
Rengârenk…
Elvan elvan balık heryer J)))
Mavi papağan balığı görüyorum, mavi değil de türkuaz aslında… Çok güzel yaaa…
Hafiften bi akıntı da var… Bırakıyorum kendimi, sanki bir resmin içindeyim, bekliyorum ressam şimdi hangi rengi değdirecek diye…
O tarafı da bitirmişiz… Çıkalım diyor Çağatay, bakıyorum daa 2000tane havam vaaaarrr… Hem ne kadar oldu kiiii… yaaa…
Hadiiii çıkıyoruuzz…
Tekneden uzanmış bi ip var.  Onun hizasında çıkıyoruz; yüzeye ipte sıraya girmiş diğer dalgıçların peşinde… Maskemi indiriyorum, Çağatay geri taktırıyo, burda çıkarılmıyomuş; sıra bana geldiğinde paletleri çıkarıp platforma koyuyorum, ağırlıkları almak gibi bi niyetleri yok… Merdivene yanaşıp düğümlü halatlara asıla asıla ve ağırlığımı her adımda arkaya vererek ve dizimin acısından bağırarak çıkıyorum platforma; paletlerimi koltuğumun altına kıstırıyolar; herkes çığlık attığı için acıdan bağırdığımı anlamıyolar L
Gidiyorum 4 numaralı yuvaya tüpü denk getirip oturuyorum… Soyunuyorum… Yeni tüpü bağlıyorum… Elbiseyi çıkarmaya gerek yok diyor Çağatay…
Herkes tekneye çıktığında platformda bizim kürdan hatun elindeki listeden sırayla isimleri okuyup yoklama yapıyor… Bütün liste tek tek ses verince de merdivenleri topluyo, 2.dalış noktasına doğru hareket ediyoruz…
5-10mt ya gidiyoruz ya gitmiyoruz… Geldik çığlığı atıyolar…
Kuşanıp atlıyoruz suya… Balıklar çok güzel yaaa… Renk renk… Kuyruğu sarı gövdesi siyah olan var, sonra kenarından sarı biye dönülmüş siyah olanı da var… Hani bizim denizlerde balıklar üniformayla dolaşıyomuş da burada kıyafet serbest gibi bişey…
Hani siyah üzerine beyaz benekli büyük balıklar vardı ya onlar “French Angelfish”miş. Onların bi kısmı benekli, bi kısmı çizgili olanlarından görüyorum J))
Sonra o sarı biyeli olan “rock beauty”; sarı kuyruklu, mavi benekli olan da “yellowtail damselfish” J
Hani zoro gibi olanlar vardı ya onlar da meğer “butterflyfish”mişler…  Biri “banded”, biri “spotfin” öbürü de “foureye” J
Tabii bunları ancak kıyafet alırken bulduğum balık kartından bakarak şimdi söyleyebiliyorum… Yoksa Çağatay’ a göre hepsi ya melek ya kelebek J)))
Bi de jackfish gördük, bak onu söyledi badim Allah için; galiba bizim akya türevi oluyor…
Her neyse 2. dalışta esaaasss ben bi kaç tane trompet balığı görüyorum… Ama ben hiç yakından görmemiştim bu trompet balıklarını bizim sulardakiler de böyle mi bilmiyorum, bunlar sanki denizatının açılmış hali gibi…
Bi de kaçmıyolar, istediğin kadar yakından bak… Sadece orda yokmuş gibi gözlerini devirerek bakıyolar J)))
Çok şekerler…
2.dalışımızı da bitirip yine çıkıyoruz… Yoklama yapılıyor yine… L-1 diye bağırdığında “yook” diyesim var ama “yeeaahhh” diye çığlık atıyorum J)))
Su da pek tuzlu değil ama yine de pişirmiştir heralde benim dizimi J Soyunup, bütün malzemelerimi file çantanın içinde toparlıyorum, tabii ki maskem hariç J artık daha bi yakınız J bu yaban ellerde bi tek o var yanımda bi de fenerim J)
İskeleye yanaştığımızda sadece kendi eşyalarımızı alıp, iniyoruz tekneden; gerisini onlar hallediyor…
Coconuts’ a oturup, yiycek bişeyler söylüyoruz, bi de bira içecek… Kanalda oturduğumuz iskelenin dibinde 1,5mt civarında sazan görünümlü 3 tane balık irisi dolanıyo “tarpon”muş adları… Çok büyükler yauw…
Tayfun geliyor beni almaya, önce Yase’ yi işten almış… Sohbet ediyoruz biraz, onlar da katılıyor… Tayfun da giderek merak sarıyor bu dalış işine ;)
Cumartesi gece dalışına gelmek istersen yazdıralım isimleri diyor Çağatay… Yok, cumartesi Burak ve Cemal’ le dalışa gidicekmişiz; heralde saat 6ya yetişemeyiz diyoruz…
Geldiğimden beri ilk defa şööle bi hafifledim… Neşeyle ayrılıyoruz… Heyecanla anlatıyorum ben renkleri balıkları arabada…
İşte bu gece uyurum artık şöööle derin derin…
Okyanusta 2. dalış günüm 29 Aralık Cumartesi olcak ama onu da ayrıca anlatayım da bayılmayın ;)
Sevgiyle k(d)alın…
Elvan